Yusuf Yavuzyılmaz Yazdı: Bürokratik Atamalar, Liyakat ve Ahlak

02.03.2021

Bürokratik atamalarda liyakat yerine başka parametrelerin ölçüt olarak alınması, hem ahlaki, hem de verimlilik açısından son derece sakıncalı sonuçlar doğurmaktadır. Bu tür atamalar hem adalet duygusunu zedelemekte, hem de verimliliği azaltmaktadır.

Diğer yandan liyakati savunanların bir kısmının söylemleri de tutarlı değildir. Karşısındaki insanın liyakatli davranmasını isterken, kendi taraftarlarını kamuya doldurmanın hesabı içerisinde ise, bu kişi, adalet değil ayrıcalık peşindedir. Öyle görülüyor ki, liyakat konusunda derin bir ahlak krizi yaşanmaktadır.

 Türkiye’de işe yerleştirmede eş, dost, akraba, ideolojik taraftarlık gibi faktörleri öne çıkarma yaygın bir davranış biçimidir. Her siyasal görüş egemen olduğu alanlarda benzer davranışlar göstermektedir.

Kamuda görev yapan birinin etnik ve siyasal kimliği, okuduğu okul, bağlı bulunduğu cemaatin tercih sebebi olması kabul edilemez. Sadece göreve alınacak kişinin yeterliliği üzerinden tartışma ve eleştiri yürütülmelidir. Bu anlamda kamuda gören yapan birinin ateist ya da İmam-Hatipli olup olmaması hiç önemli değildir. Önemli olan görevini doğru ve verimli yapıp-yapmasıdır. Çünkü kamu görevleri mezun olunan lise, ideolojik tutum, tarikat ve cemaat mensubu veya Kemalizm’e aidiyeti göz önünde tutularak yapılamaz.

İmam-Hatipli olmak kamuda tercih nedeni değildir” diyen bir zihnin cümlesi şöyle devam etmelidir: “Kemalist olup olmamakta kamuda tercih için bir neden olamaz.” Ancak bu konunun sadece İmam Hatipler üzerinden yürütülüyor olması, ideolojik yaklaşımın ağır bastığını göstermektedir.

Bürokrasideki bütün atamalarda değerlendirme ölçütü şudur: Atanan liyakatli mi değil mi? Diğer ölçütlerin hiçbiri doğru, tutarlı, ahlaki ve hukuki değildir. Atanan bir bürokratın kimin tanıdığı veya akrabası olmaktan çok işinin ehli olup olmadığıdır önemli olan.

Bir bürokratı tanıdığı veya akrabası olduğu için atanmıştır şeklinde eleştirmek, olaya liyakat açısından bakılmadığını da gösteriyor. Oysa şöyle eleştiri yapılmalıdır: Atanan liyakatli değildir, bu yüzden göreve atanması doğru değildir.

Liyakatin değer ölçüsü olmadığı yerde başka parametrelerin devreye girmemesi imkânsızdır. Bu konuda yapılacak ve kişinin kendisine avantaj sağlayacak her tür araçsallaştırma sorunludur. Kamu atamalarında dini aidiyeti veya Kemalizm’e mensubiyeti ölçü olarak almak aynı derecede karşı çıkılması gereken ölçütlerdir.

Bir kişinin dini araçsallaştıranlara karşı çıkmaktaki samimiyeti, diğer araçsallaştırma türlerine karşı çıkmasıyla test edilebilir. Kamuda bir yer edinmek için dindar görünen bir zihinle Kemalist görünen bir zihin arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de yetenek ve başarılarını değil, aidiyetlerini öne çıkarmaktadır. Liyakati önemsiyorsanız dindar ya da Kemalist, Alevi ya da Sünni, cemaat veya tarikat diye bir tercihiniz olamaz. Eleştirinizi sadece bir kesim üzerine yöneltmek ve diğerini görmezden gelmek, ideolojik bir militanın davranış biçimidir. Yatır ve türbe ziyaretine karşı çıkarken, ilkesel olarak mezhep ve ideolojik anlayış farkını gözetmeniz mümkün değildir.

Eleştiride liyakatsizlik üzerinde yaşadığımız toprakların en önemli sorunlarından biridir. Liyakatsizlik, eleştiride seçmeci davranmanın ortaya çıkardığı sorunlu bir anlayıştır. Kişilerin yandaşlarını koruma güdüsü, onu seçmeci bir davranışa itmekte bu da adaletin ihmal edilip, liyakatsizliği tercihle sonuçlanmaktadır. Entelektüel alanda da bu tür seçmeci tavır egemendir. Dini veya toplumsal açıdan yapılan tasavvuf eleştirileri sadece Sünni tasavvuf anlayışı üzerinden yürütülmekte, ondan daha sorunlu olan Alevi teolojisi görmezden gelinmekte, hatta “Türk İslamı” kavramsallaştırması altında desteklenmektedir. Seküler ideolojik anlayışlara veya Alevilere ait olduğunda eleştiriyi ihmal edip, sadece Sünni tasavvuf anlayışını esas alırsanız, bu tavır ilkesel değil, tipik bir seçmecilik örneğidir.

Kuşku yok ki, bir devletten beklenen herhangi bir ideolojik veya dini anlayışı desteklemek ve korumak değil, vatandaşları arasında adaleti gözetmektir. Bir kişi hukuku çiğnediğinde etnik aidiyeti veya dini mensubiyeti, ona farklı davranmada ölçüt alınamaz.

Cumhuriyet modernleşmesi boyunca devlete hâkim olan resmi ideoloji, hukuk anlamında vatandaşlarına yansız davranamamıştır. Bu tutum devletin hukuk devleti olamadığının en büyük delillerinden biridir. Bu anlamda özellikle siyasal yargılama ve bu yargılamalar sonucunda verilen cezaların çok büyük bir bölümü hukuka aykırıdır.

Devleti hukukun içine çekip, hukukun üstünlüğünü egemen kılmak izinden gidilmesi ve mücadele edilmesi gereken en büyük erdemlerden biridir. Bu amaç için Modern Türk tarihinde örnek alınacak bir dönemin olmadığını da bilmek gerekir.

 

Yusuf  Yavuzyılmaz’ın Tüm Yazıları

 

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.