24.07.2023
İslam ülkelerinin tarihsel açmazı şu noktada düğümleniyor: Önce emperyalistlere karşı özgürlük mücadelesi veriyorlar; sonra kurulan yeni düzene karşı kendi içlerinde özgürlük mücadelesi veriyorlar. Türkiye’nin modernleşmesi de aynı çizgiyi izlemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna büyük bir çaba harcayan Müslüman halk, daha sonra kurulan yeni rejime karşı özgürlük mücadelesi vermek durumunda kalmıştır.
28 Şubat, bu mücadelenin küçük bir bölümü olarak tarihe geçmiştir. Aslına bakılırsa bu mücadelenin kökleri çok daha derinlere uzanmaktadır. İlk olarak bu mücadele, modernleşme sürecinin yöntemine ilişkin farklılaşma nedeniyle, Kazım Karabekir’in ‘Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’yla başlıyor. Daha sonra Fethi Okyar’ın Serbest Cumhuriyet Fırkasıyla sistem içi mücadele devam ediyor devam ediyor.
Süren mücadelede asıl Kırılma 1950 seçimlerinde yaşanıyor. İl başkanları vali olan ve devletin bütün kurumlarına egemen olan CHP iktidardan uzaklaşıyor. Bu durum, ulusalcı seçkinlerde büyük hayal kırıklığına yol açıyor. Verdikleri siyasal tercihlere bakarak, halkı yeterince modernleştiremediklerine daha çok inanıyorlar. Bu tutum giderek halk iradesini lüks olarak görmeye ve küçümsemeye varıyor. Bu nedenle sistemi sivil iradeye karşı korumayı amaçlayan darbelere destek çıkıyorlar. Bu durum, 15 Temmuz’a kadar devam ediyor. Ak Parti iktidarı bütün hatalarına karşı, en büyük devrimlerinden biri iktidarın oluşumunda belirleyici olan askeri bürokratik etkiyi yok etmesi oldu.
Atılan demokratik adımlar sayesinde halk iradesi denilen şey gerçekten belirleyici olmaya başladı. CHP’ deki demokratik değişimi bu temelde analiz etmek gerekir.
Kurulduğundan beri askeri ve bürokratik güçlerin arkasında siyaset yapan CHP, bu güçlerin devre dışı kalmasıyla sivil siyasete yönelmek zorunda kaldı. Sivil siyasete yönelince halkın duygularına yaklaşmak gerektiği açıktır. Sosyolojik olarak helalleşme süreci bu arayışın sonucudur. Yani Türkiye’nin demokratikleşme süreci CHP’nin de sivilleşmesinin önünü açtı denebilir. Ortodoks Kemalistler bu süreci CHP’nin aslına ihanet olarak görüyorlar; CHP’nin sağcılaştığına yönelik eleştiriler yapıyorlar.
CHP’de Kemal Kılıçdaroğlu ile başlayan değişim ve yenileşme, CHP’nin aslından uzaklaşması mı, yoksa demokratik bir kimliğe kavuşma süreci mi olduğunu zaman gösterecek. Ancak seçim sonrası yaşananlar işlerin yolunda gitmediğini gösteriyor.
Eğer Kılıçdaroğlu uyguladığı siyasette başarılı olamaz ise ki, başarı seçim kazanmak olarak görülüyor, seçimin sonucu, o kesimde büyük bir hesaplaşmanın fitilini ateşleyecekti. Nitekim öyle de oldu. İnsanlar başarıyı sadece seçim kazanmak üzerine kuruyor. Yani 50,5’ğa karşı 49.5 oy alsa başarısız sayılacaktı.
Oysa ben hiç böyle düşünmüyorum. Seçimi kaybetse bile farklı düşüncede olan insanları bir araya getirmek ve buradan müzakereci bir siyaset üretmeye çalışmak önemli bir olaydır. Bu süreç seçimden bağımsız olarak devam etmelidir.
Ancak bu gönülden değil de yüzde elli barajının oluşturduğu konjonktürel bir tutum ise Türkiye siyasetinin buradan bir kazancı olmaz.
Millet İttifakı bileşenlerini gerek seçim öncesi, gerek seçim sonrası izlediği siyaset başarı şansını iyice düşürdü. İttifak içi çatışmalar, Muharrem İnceye karşı eleştiri boyutunu aşan hakarete varan ifadeler kullanılması, Akşener’in çelişkili davranışları, son olarak Ümit Özdağ ile yapılan ve kimsenin haberi olmadığı anlaşma, Kürt seçmenin bir bölümünün küstürülmesi malum sonu hazırladı.
Seçimin ardından yaşananlar, sol cephede linç kültürünün muhafazakar cepheye rahmet okutacak düzeyde yüksek olduğunu gösteriyor. Seçim öncesi dillendirilen ve amaçlanan durum ile fiili durum arasındaki farklılık, seçim sonrası ittifak içi çatışmaya dönüştü.
Bu konuda tartışmayı alevlendiren Kılıçdaroğlu’nun Ümit Özdağ ile yaptığı mutabakat oldu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 21 Temmuz 2023 tarihinde katıldığı Habertürk TV canlı yayınında, seçimin ikinci turuna az bir süre kala görüşme yaptığı Ümit Özdağ’ın “Kazansaydık üç bakanlık ve MİT’i alacaktık.” açıklaması gündeme bomba gibi düştü. Kılıçdaroğlu, “İki kişinin namusuna teslim edilen bir konudur.” diyerek açıklamaları doğruladı ve şu ifadelere yer verdi.” Aramızda özel bir protokol var. Bunun paylaşılmasının etikliğine dair de yorum yapmak istemiyorum”
Öyle görülüyor ki, Kılıçdaroğlu, özel protokol yapmayı etiğe uygun görürken, bunun kamuoyuna yansımasını sorun ediyor. Kaldı ki, seçim kazanıldığı da yapılan protokol açığa çıkacaktı. Bu açıklamadan daha da vahim olan söz konusu görüşmede varılan mutabakatın ittifak ortaklarının haberinin olmamasıydı. Çok daha vahimi ise kendi partisinin yetkili organlarının bu olaydan haberi olmamasıydı. Bu olay, Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasal geleceğini büyük ölçüde etkileyecek. Kılıçdaroğlu’nun tutumu kazanmak için her tür tavizi veren, ittifak ortaklarından habersiz anlaşmalar yapan bir kişilik ortaya çıkardı.
Yaptığı bir mutabakatı, ittifak ortaklarından ve kendi partisinden gizleyen bir lidere güven büyük ölçüde zedeleyecektir. Bu durum dürüst, ilkeli, birlikte karar alan, açık siyasete darbe indirecektir. Nitekim ittifak ortaklarından bu yönde açıklamalar geldi. Özellikle İYİ Parti olaya büyük tepki gösterdi. Bu durum seçilmek için her şeyi yapan, yol arkadaşlarının bilgisi olmadan anlaşmalar yapan bir siyasal aktör olarak Kılıçdaroğlu, kredisini hızla tüketiyor. İşin en vahim tarafı ise, farklı siyasal anlayışları ortak ilkeler etrafında bir araya getirmek projesinin büyük yara almasıdır.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları “Bunlar kazansa bile ülkeyi yönetemezler ” algısını iyice kuvvetlendirdi. Nitekim ittifak ortaklarından gelen ” iyi ki kazanmamışız” açıklamaları bunu göstermektedir.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları yerel seçime doğru giderken ittifak yapmayı zora sokmaktadır.
Öyle görülüyor ki önümüzde yapılacak yerel seçimlerin belirleyici faktörlerinden biri CHP’ de yaşananlar olacak.
Dürüstlük ve güvenilirliğin zedelenmesi, muhalefet cephesinde ortaklığın sürdürülmesinin önündeki en büyük engellerden birini oluşturacağı kuşkusuzdur. Bu durum mevcut iktidar bloğu lehine işleyen bir sürecin kapılarını ardına kadar açacaktır.
Ümit Özdağ gibi siyasal ortamın faşizme en yakın kişisine aralarında İçişleri Bakanlığı ve MİT müsteşarlığını vermek demokratik Türkiye idealine ne katkı yapacaktır?
Kılıçdaroğlu’nun söylem ve eylemleri arasındaki mesafe, yeni, farklı, çoğulcu bir muhalefet anlayışına olan ihtiyacı da ortaya koymuştur.
Sürecin en olumsuz sonucu ise, uzlaşmacı ve müzakereci siyasal anlayışın yersini tekrar çatışmacı ve kutuplaştırıcı siyasetin almasıdır. Türkiye siyasetinin tarihsel anlamda çatışmacı anlayışa daha yatkın olduğunu unutmamak gerekir.