18.07.2021
“Sebzivar valisi uşağına sorar:
“Bugün patlıcan yemeği yaparsan nasıl olur?” Uşak, “Çok iyi olur, özellikle Sebzivar patlıcanları bir başkadır.” diye cevap verir. Sonra vali, görüş değiştirip sorar:” Patlıcan sanırım ağır olur, bugün ayva yemeği yapsan daha iyi olmaz mı?”
Uşak cevaplar: “Evet iyi olur, aslında özellikle Sebzivar patlıcanı şişkinlik yapar!” Vali sinirlenir ve kızgınlıkla: “Be adam, patlıcanı öncece övüyor sonra da kötülüyorsun?” der. Uşak cevaplar: “Efendim, bendeniz Sebzivar valisinin uşağıyım, patlıcanın değil.”(1)
Kendini bir gruba angaje eden ve ait olduğu grubun bütün söylem ve eylemlerini hiçbir eleştiri süzgecinden geçirmeden savunan kişilerin içine düştüğü hazin bir çelişkidir Sebzivar valisinin uşağının içine düştüğü durum. Bu durumun izlerinin Türk siyasetinde de sürmek mümkün. İki örnek aydınlatıcı olacaktır: İlki, İstanbul Sözleşmesi, ikincisi ise Boğaziçi Üniversitesine atanan Melih Bulu’nun görevden alınması. Bu iki olay karşısında bazı kişilerin yaptığı değerlendirmeler Sebzivar valisinin uşağının tavrıyla doğrudan uyum halinde. İktidara koşulsuz bağlı olanlar, her iki olayda da, olayın sonucuna bağlı olarak düşüncelerinin alınan kararı onaylamak yönünde yapmışlardır.
İktidarın aldığı kararla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi ve Melih Bulu’nu görevden alınmasını önceden savunduklarının tam aksi yönde onaylamaları, pragmatist anmayışın siyasi alanı sardığını göstermektedir.
Hayatın her alanında olduğu gibi siyasi alanda da pragmatizmin egemen olması, ahlaki değerleri çürüten bir işlev görmektedir. Bu çürümüşlük ilkesizliği beraberinde getirmektedir.
Pragmatist insanlar, Ulaşmayı amaçladıkları bürokratik bir makam için, ahlak ilkelerini kolaylıkla çiğnemeyi göze alırlar. Bu konuda düşünce ve eylemlerinde birbiriyle çelişen tutum ve tavırları önemsemezler. Onların yegâne amacı, hedeflerine ulaşmaktır. Bunun için yapmayacakları eylem, takınmayacakları tavır yoktur. Kuşku yok ki, bu insanlar sadece kendilerine zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda içinde bulunduğu yapıyı da çürütürler.
Bireysel çıkarlarını her tür ahlaki değerin önüne koyan insanların kendilerini adayacakları bir dava ya da ideolojiye sadakatleri olmayacağı için, sadece kendilerine değil, yürüdükleri yol arkadaşlarına da zarar verirler.
Hakikatin değil, makamın peşinde olan bu tür insanları tatmin etmek kolaydır. Kolay olmayan inançları ve değerleri uğruna her makamı kolayca elinin tersiyle itenleri tatmin etmektir. Siyasilerin en çok hoşlanmadıkları insan tipi yapılan haksızlıklar karşısında susmayan ve sürekli ahlaki sorumlulukları hatırlatanlardır.
Hak aramak için kurulan Sivil toplum örgütlerini bir makama ulaşmak için araçsallaştıranların varlığına tanık olmak trajik bir hayat tecrübesi idi. Aslına bakılırsa en sık şikâyet edilen davranış kodlarından biri, belirli bir dava uğruna bir araya gelen insanların büyük bölümünün davayı kendi çıkarları için kullanmış olmalarıdır. Her tür istismar ve araçsallaştırma da bu noktada başlamaktadır. Kuşku yok ki, bu istismarların en kötüsü, politik, sosyal ve bürokratik bir makam ve başarı için dini araçsallaştırmaktır. Dini araçsallaştırmak sadece onu yapanların ikiyüzlü tavırlarını ortaya koymamakta, aynı zamanda dindarların davranışları üzerinde derin bir kuşkuyu beslemektedir. Son dönemlerde dindar siyasilere yönelen kuşkunun altında izledikleri ilkesiz siyaset için dini değerleri araçsallaştırmaları yatmaktadır.
Hayat bize birlikte yürüdüğümüz çoğu insanın kendine bürokratik veya siyasi bir makam aramak derdinde olduğunu gösterdi. Bu durum ahlaki değerlerin peşinde koşan insanlara acı verse de hayatın realitesi olarak önümüzde durmaktadır.
Yoksunken, güçsüzken, muhalifken dillendirilen hak ve adalet söylemlerindeki samimiyet ancak güç ve iktidara sahip olduktan sonra anlaşılabilir. 28 Şubat süreci ile İktidar yıllarındaki davranışları bu ölçü ile test etmek gerekir.
Öte yandan, bir kişinin ahlaki kalitesini ortaya koyan en önemli gösterge, bir makama gelirken yaptıkları ile makam sırasındaki tavırlarıdır. Bu iki konum arasındaki davranış değişikliği derin bir ahlak krizine işaret etmektedir.
Belirlediği amaca ulaşmak için her değeri çiğnemeye hazır insanlar, kendisi gibi düşünmeyen herkesi tekfir ederek şirkle suçlayan zihin Harici bedeviliğinin çağdaş versiyonudur. Nihayetinde tekfir, kendisi gibi düşünmeyenleri ortadan kaldırmak için kullanılan bir araca dönüşmüştür. Nitekim “davayı terk etmek” ve “vatan hainliği” söylemi, kendine meşru bir alan açmak ve muhaliflerini etkisizleştirmek için öne çıkarılan siyasi bir tekfir söylemidir.
Pragmatizm, hangi dava ve mücadele olursa olsun, uzun vadede çürütücü bir ortam üretir. Artık idealler ortadan kalkar, idealler başka amaçlar için istismar edilen söylemlere dönüşür. İstismarın olduğu yerde ilk ortadan kalkacak olan samimiyedir. Samimiyetin olmadığı yerde ise insanları bir arada tutan sadece ortak çıkarlarıdır. İnsanların bağları bu ortak çıkara hizmet etmelerine göre değer kazanır. Davranışları ve değerlendirmelerinde sıkça içine düştükleri çelişkiler ise giderek ahlaki seviyelerini çürütür.
Yaşadığımız süreç budur.
- Ali Şeriati, Ali Şiası Safevi Şifası, Fecr yayınları, s: 50,
Yusuf Yavuzyılmaz’ın Tüm Yazıları