13.05.2023
Çağdaş İslam düşüncesinin temel problemleri, tarihin iki yasasıyla bağlantılıdır. Bunlardan ilki “değişim” ikincisi ise “sürekliliktir. Bu iki ilkeden birinin ihmal edilmesi sorunlu bir anlayışa kapı aralamaktadır. Değişim ihmal edildiğinde düşüncenin zamana hitap etme imkanının kalmaması riski doğarken, süreklilik ihmal edildiğinde ise düşüncenin tarihsel derinliği ortadan kalkmaktadır. Çağdaş İslam düşüncesi, değişim ve süreklilik konusunda yaşanan sıkıntılar dolayısıyla entelektüel bir bunalıma düşmüştür. Bir taraftan süreklilikle, tarihsel hafızayla ve gelenekle ilgisi tamamen kopan modernist anlayışlar, diğer yandan değişimi gözden kaçıran donuk gelenekçilik ortaya çıkmaktadır. Roger Graudy “entegrizm” kavramıyla değişimi gözden kaçıran İslami hareketleri tanımlamaktadır. Garaudy’ye göre entegrizm, tarihin bir döneminde yapılan dini yorumu bütün zamanlar için geçerli saymaktır. Bu tutum İslam’ın yaşanan zamanla ilgisini büyük ölçüde kesmekte ve geleneğin içine hapsetmektedir.
Tarihsel süreci göz önüne alındığında, İslam dünyasının doğuşundan itibaren Batı ile değişik düzeyde karşılaşmalar yaşamıştır.
1-Yunan felsefesinin doğurduğu entelektüel kriz.
2- Moğol ve Haçlı seferlerinin doğurduğu güvenlik krizi.
3- Modern dönemde ortaya çıkan ve İslam dünyasını derinden etkileyen siyasi, ekonomik ve entelektüel kriz.
Bu karşılaşmalar sonucunda ortaya çıkan kriz, İslam dünyasındaki entelektüel gelişmeleri derinden etkilemiştir. Ancak hiçbir karşılaşma modern dönemde meydana gelen karşılaşma kadar İslam dünyasını derinden etkilememiştir. İlk yaşanan Yunan felsefesi ile karşılaşma İslam’ın entelektüel birikimiyle kolaylıkla aşılmıştır. Keza Haçlı seferleri de kolaylıkla atlatılmıştır. Ancak modern dönemdeki karşılaşma İslam dünyası için kalıcı sonuçlar doğurmuştur. İslam dünyasının yeni bir atılım yapması modern dönemdeki karşılaştığı sorunlara cevap verebilmesinden geçmektedir.
Türkiye toplumu, Batıcı-modernleşmeci- Kemalist ve muhafazakar-dindar tarih algısı arasında bölünmüştür. Bundan dolayı ortak bir gelecek tasarımı olmadığı gibi, ortak bir geçmiş tasarımı yoktur. Toplumdaki bölünmenin alt yapısını oluşturan zihniyetler büyük ölçüde buradan türemektedir.
Kutuplaşma ve ötekileştirme o kadar belirgindir ki, bunun izdüşümleri bütün toplumsal olaylarda ve seçimlerde öne çıkmaktadır.
Çanakkale Savaşı ve Mustafa Kemal okumaları bu iki farklı tarih anlayışının yansımasıdır. Tarih anlayışımız ve geçmiş algımız önemli ölçüde farklılaşmıştır. Kemalist siyasal akıl, Savaşın Mustafa Kemal’in askeri dehasıyla kazanıldığını savunurken, Muhafazakar-dindar akıl, Çanakkale Zaferinde Mustafa Kemal’in rütbesinde yüzlerce subayın olduğunu savunarak Mustafa Kemal merkezli bir okumaya sıcak bakmaz. Üstelik muhafazakar dindar siyasal akla göre, savaşın önde gelen komutanlar Alman subaylarıydı. Bu anlamda savaş İslam’ın son başarılı direnişlerinden biridir. Vurgulama Mustafa Kemal’in savaştaki rolüne dönük bir eleştiriyi barındırmaktadır. Bu okumaya karşılık Ulusalcı Kemalist akıl, Çanakkale Savaşını, Kurtuluş Savaşının kapısını aralayan savaş olarak değerlendirir.
Muhafazakar dindar tarih anlayışının kodları, büyük ölçüde Osmanlı, Nizam-ı Alem, Ulu Hakan Abdülhamid Han, Enver Paşa Merkezli ve İslam ümmetinin savaşı olarak Çanakkale zaferi okuması, Kurtuluş Savaşı, Mehmet Akif, Kazım Karabekir, Ali Şükrü Bey’in katli, Erzurumlu Hüseyin Avni Ulaş, İskilipli Atıf Hoca, Said Nursi, Tek Parti faşizmi, Ezanın Türkçe okunması, Ekmek karnesi, 27 Mayıs darbesi, Adnan Menderesin idamı üzerinden oluşmaktadır.
Ulusalcı Kemalist siyasal anlayışın tarih okuması ise Osmanlı karşıtlığı, Türk milliyetçiliği, Abdülhamid gericiliği, Mustafa Kemal Merkezli Çanakkale Savaşı, Bağımsızlık Savaşı, Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Kılıç Ali, Sabiha Gökçen, 27 Mayıs Devrimi , Demokrat Parti gericiliğinin ortadan kaldırılması, Türkçe ibadet gibi sembolik konular üzerinden oluşmaktadır.
Muhafazakar dindar akıl ile Ulusalcı Kemalist siyasal aklın mekan tasarımı da birbirinden oldukça farklıdır. Biri Anıtkabir ve seküler tasarlanan heykel mimarisi ile kendini ifade ederken, diğeri cami ve din merkezli bir sembolik anlayıştan beslenmektedir.
Tarihsel ve mekan tasarımı üzerinden yaşanan ayrışma kendini siyaset, kültür ve toplumsal hafıza üzerinde de göstermektedir. Bu anlamda Türkiye toplumu kendi içerisinde farklılaşmış ve büyük ölçüde bütünlüğünü kaybetmiş bir yapı özelliği göstermektedir. Ortak bir tarihsel hafızaya sahip olmadığı gibi, ortak bir gelecek tasarımına da sahip değildir.
Bu anlamda, siyasette ortaya çıkan birbirinden farklı dini, ideolojik ve toplumsal algıları olan toplum kesimlerini bir araya getirmeyi amaçlayan siyasal çabaların toplumsal bütünleşmeyi sağlaması açısından büyük önemi vardır. Ancak bu çabaların bölünmüş zihin yapılarında karşılık bulması zaman alacaktır. Bu çabaların başarılı olması, toplumsal fay hatlarının derinliği ve kişilerin üzerinde olan etkisinin kırılması ile doğru orantılıdır.
Öte yandan bu arayışın siyasal örgütlenme çatısı, “Medine Vesikası”nın sağladığı imkanla oluşturulabilir.
İslam toplumlarının geleceği değişim ile süreklilik arasında sağlıklı bir denge kurmalarına bağlıdır.