02.09.2024
“Düşünme, sadece bir kuvvet değildir; aynı zamanda bir “kudrettir”. Onu darlaştıran Batı, onu hiçleştiren Doğu, iki uçtur. Doğru ve orta yolsa, ona gerekli onuru bağışlayan, Kur’an’ın, İslâm’ın yoludur. Ruhun aydınlığından aklı mahrum eden Batı, gayri insani bir hayat kurdu. Aklı hayattan koğan Doğu ise, bir süre sonra kendini hayattan mahrum buldu”
(Sezai Karakoç, Çağ ve İlham-III, Diriliş yayınları, s. 148-149)
” Bir Yahudi için, tıpkı bir Hıristiyan için olduğu gibi, Eski ve Yeni Ahit’te, Filistin üzerindeki siyonist taleplerini destekleyecek hiçbir delil ve dayanak yoktur. ” ( Roger Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, Timaş yayınları, s:194)
Gazze’de Filistinlilere karşı yapılan soykırım ve Suriyeli mülteciler konusunda verilen tepkiler, Batı ve İslam dünyası hakkında var olan yargıları yeniden düşünmemizi sağladı. Ne Batı iddia edildiği gibi yüceltilecek ve her yönüyle örnek alınacak bir masal diyarıdır, ne de İslam dünyası İslam’ın davasını üstlenmiş mazlumlara sahip çıkan bir dünyadır. Gazze, sadece uluslararası hukukun değil, uluslararası siyasi ahlakın olmadığını da açıkça gösterdi. Aynı zamanda İslam dünyasının İslami endişelere sahip bir düzeyde olmadığını da gösterdi. Hiçbir yönüyle adil olmayan bir savaştan geriye Batı’nın vicdanları kirlenmemiş, İslam dünyasın da ise hayırlı ümmeti temsil eden müslümanların tutumu kaldı.
Öte yandan Gazze, Batı’nın ürettiği bütün değerlerin, kendi menfaatlerini korumak üzere nasıl tüketildiğini; sömürü söz konusu olduğunda ahlaki değerlerden nasıl kolayca vaz geçildiğini açıkça gösterdi. Öyle görülüyor ki, sömürgecilik bütün gücüyle, bugün ahlaksızlığı ile ortaya çıktı. Filistin direnişi Batı ve İslam dünyasında siyasal aktörlere ve halklara bir ayna tuttu. Dünyada çok az sayıda siyasal lider hariç, çoğunluk çeşitli gerekçelerin ardına saklanarak, hak ve adaletin yanında duramadı.
İslam dünyasının durumu ise Batı dünyasından çok daha vahimdir. İslam dünyasının yaşadığı din, Hz Peygamberin tebliğ ettiği din olmaktan çıkmış, İslam diyarlarında kurulan ulus devletlerin milliyetçi ve muhafazakar siyasetlerinin aracı haline getirilmiştir.
Din, Allah’tan başka her tür gücü reddeden bir inanç iken, Allah’ın yerine devleti, ulusu, tarihi ve geleneği koyan, milliyetçi, ırkçı, muhafazakar bir yapıya bürünmüştür.
Artık din, bugün karşılaşma imkanı olsa, Hz. Muhammed’in tanıyamayacağı kadar değişime uğramıştır. Özgürlük dini İslam, semantik müdahalelerle askeri, yarı askeri, totaliter yönetimlerin sesi olmuştur. Ancak tarihin bu anında bile bir çıkış yolu olduğu unutulmamalıdır. Kur’an oradadır ve yeniden inanmayı amaç edinmiş samimi insanları beklemektedir.
Gazze ve Suriyeli mülteciler, olaylara İslami bir paradigmadan değil, milliyetçi ve devletçi bir açıdan baktığımızı gösteriyor. Yoksa bir müslüman bilinci, katledilen ve sahipsiz bırakılan insanlara sırtını döner mi? Devleti’nin, ulusunun, mezhebinin çıkarları için inanç ilkelerinden vazgeçer mi?
Asıl yüzleşmemiz gereken sorun Batı’nın emperyalizmi ve İsrail’in alçak milliyetçi Siyonist yayılmacılığı değildir. İslam dünyasının bilinçaltında beslediği Batı ve İsrail yayılmacılığına karşı olan gizli hayranlığıdır. Hukuksuz ve adaletsiz yayılmacılık isteği ile dünyaya hükmetme ideali milliyetçiliğin temel şiarı olarak müslüman dünyayı etkisi altına almıştır.
Şurası unutulmamalıdır ki, Allah’ın adını yüceltmek( adaleti sağlamak) amacı dışında yapılan bütün savaşlar İslam acısından gayri meşrudur. Ne yazık ki, müslümanların önemli bir bölümü Allah’ın rızası yerine “devletin menfaatleri,” “ulusal çıkarlar” kavramını koymuştur. Bundan dolayı milliyetçi, mezhepçi mücadeleler bütün hızıyla devam etmektedir. Her devlet kendi çıkarlarını, bütün ahlaki değerlerin üstüne koymaktadır.
Milliyetçi paradigma, İslami kavramları semantik müdahale ile tanınmaz hale getirmiş ve milli devletleri destekleyen bir şekilde yeniden tanımlamıştır. Din, milli devletlerin meşruiyeti için sömürülmüş ve araçsallaştırılmıştır.
Öyle görülüyor ki, müslümanların düşünce sistematiği bozulmuştur. İnsanlar dillerinde Kur’ani kavramlar, pratik hayatlarında dinden uzak uygulamalar arasında çelişkili bir hayat yaşamaktadır. İşin en vahim yönü İslam’a ait kavramların, İslami olmayan bir sistemi savunmak için kullanılmasıdır.
Kitaptaki İslam ile yaşanan İslam o kadar farklılaştı ki, dindarlar artık bizzat yolsuzluk, adaletsizlik, adam kayırma ve yalanın uygulayıcıları oldular. Dindarlar, dine karşı savaşan güçlerin ortağı gibi çalışıyorlar. Çünkü adaletsizliğe karşı küresel bir başkaldırı olması gereken din, ne yazık ki, dini istismar edenlerin sayesinde sömürü düzeninin parçası oldu.
Bütün bu olumsuzluklar karşısında umudumuzu asla kaybetmiyoruz. Çünkü inandığımız Kitap bize Hz. Yusuf gibi tek başına bir ümmet olunabileceğini gösteriyor. Yaşadığımız koşullar ne olursa olsun, bir çıkış yolu olduğu tartışmasızdır.
Dindarlar Filistin sorunu, Kürt sorunu, mülteciler, yoksulluk, yolsuzluk gibi konularda bir yandan sol, sosyalist ve çevreci gibi konulara duyarlı gruplarla işbirliği yapmaları gerekirken; diğer yandan ulusalcı, milliyetçi gibi söz konusu konulara insanı açıdan değil, ulusal çıkarlar açısından bakanlardan uzak durmalıdır.
Müslüman olmak hiç kuşku yok ki, insana bazı sorumluluklar yükler. Bu sorumluluğun ontolojik, epistemolojik ve ahlaki yönleri vardır. Müslüman olmak belirli sınırları olmak demektir. Bu sınırlar içinde hareket etmek insanın geleceğini belirleyen en önemli ölçüttür. Nasıl hareket etmesi gerektiğini belirleyen ölçüt ise ahlak ve samimiyettir.
Gazze, sadece bir avuç müslümanın zulüm altında kalması değildir. Gazze, alçak bir milliyetçi ideolojinin, mazlum bir halkı yok etme çabasıdır. Bu yüzden Gazze’de olan katliama karşı çıkmak için insan olmak yeterlidir. Nitekim dünyada çok farklı ideolojilerden vicdanlı insanlar protestolar düzenliyorlar. Ahlaki anlamda Gazze’ye duyarsız insan tasavvur edilemez. Arapların toprak sattıklarını öne sürerek mazeret üretmek ve bunun üzerinden Gazze’de olanları açıklama çabası ahlaklı bir insanın tavrı olamaz. Geçmişi hiç düşünmeden, mazeret üretmeden, Arap karşıtı milliyetçiliklere teslim olmadan, ırkçı ve yayılmacı bir ideolojisi olan katil bir devletin zulmüne karşı çıkmak en ahlaki tavırdır. Gazze, günümüz müslümanlarının varlığı ve etkisinin ne olduğu konusunda bir değerlendirme ölçütü olarak önümüzdedir.