Yusuf Yavuzyılmaz Yazdı: İbn Rüşt Düşünceside Yöntem, Siyaset ve Din- Felsefe İlişkileri

07.02.2022

“Yaşamı boyunca çalışmalarına yalnız iki gece, babasının öldüğü gece ve evlendiği gece ara verdiği söylenir.” (1)

“İslam felsefi düşüncesi kadar, tarihçilerin zulmüne uğramış ve hala uğramakta olan başka bir düşünce olduğunu zannetmiyorum (2)

YÖNTEM

            İbn Rüşd, bir filozof olarak bir konuda izlenecek yöntem konusu üzerinde önemle durur. Ona göre gerçeğe ulaşmak amacı bir konuyu araştıranların genel ilkesi olmalıdır. Kuşku yok ki, gerçeğe ulaşmak bir yöntem meselesidir.

            İbn Rüşd’e göre gerçeğe ulaşmak isteyenlerin uyması gereken ilkeler şunlardır:

“1- Gerçeğe ulaşmak sürecinde hiçbir engel mazeret onu yolundan alıkoymamalı, görev ve sorumluluk bilinci ile gerçeği aramaya devam etmelidir.

2- Gerçeğe ulaşmak adına insanlığın felsefe ve bilim alanında ortaya koymuş bulunduğu yöntem, tecrübe ve bilgi birikimi asla küçümsenmemeli ve göz ardı etmemelidir.

3- Gerçeği bulma yolunda yöntem, tecrübe ve görüşlerinden yaralanabilecek kimselerin sahip oldukları inançlar ile mensup oldukları din, mezhep yahut toplum, hiçbir şekilde gerçeğin önüne geçirilmemelidir.

4- Karşılaşılan hiçbir fikir ve düşünce körü körüne kabul edilmemeli, tam tersine “eleştirici” ve “seçici” davranılmalıdır.

5- Her şeye rağmen insan aklının kavrayıp çözüme kavuşturmada yetersiz kaldığı metafizik sorunlar konusunda söz vahye bırakılmalı; bununla birlikte uzmanlık şartını haiz olanların güçleri nispetinde yorum yapma hak, yetki ve sorumluluklarının olduğunu kabul edilmelidir.

6- Özellikle metafizik sorunlara ilişkin hiçbir yorum kesin doğru olarak görülmemeli, başkalarına oranla daha tutarlı ve başarılı bir yorum olarak değerlendirilmeli; daha tutarlı ve güvenilir başka yorumların ortaya konulmasının her zaman için mümkün olduğu da asla unutulmamalıdır.

7-  Herhangi bir araştırma yapılırken izlenebilecek en doğru ve yararlı yöntem, doğrudan doğruya sorun ele alınıp incelenerek çözüme yönelik bir tez ortaya konulmasıdır.

8- Sorunun çözümüne ilişkin olarak ileri sürülen herhangi bir görüşten (antitez) yola çıkarak yeni bir çözüm yahut yorum arayışına gidilmesi halinde,

  1. a) hareket noktası olarak alınan karşıt görüş(antitez)- sanki kendi savunduğu görüşmüşçesine- bütün dayanak ve gerekçeleriyle birlikte, son derece tarafsız ve ön yargısız bir yaklaşımla ortaya konulmalı;
  2. b) ilk bakışta gerçek dışı gibi görünen bu görüş karşısında, onu ileri sürenin bakış açısı ve gerekçeleri doğrultusunda bu durumu ortadan kaldıracak sağlam ve tutarlı öncüller bulmaya çalışılmalı, konu tekrar tekrar gözden geçirilmelidir” (3)

            İbn Rüşd’ün yöntem konusundaki bu anlayışı onun bağnazlıktan ne kadar uzak olduğunu ve özgür düşünceye ne kadar yatkın olduğunu gösteriyor.

            İbn Rüşd, Gazali’nin ağırlığı dolayısıyla İslam dünyasında bir ekole dönüşemedi. İbn Rüşd, bir anlamda     Mutezili kelam okulunun felsefi alandaki temsilcisiydi. Bu akılcı damar, Gazali’nin dini ve siyasal ağırlığı dolayısıyla etkisiz kaldı. İbn Rüşd, İslam dünyasında akılcı bir geleneğe dönüşemedi, “Buna karşılık İbn Rüşd’ün Hristiyan Batı dünyasına etkileri çok yönlü ve uzun süreli olmuştur. İbn Rüşd’ün Avrupa’da 1232 yılından önce tanındığı bilinir, fakat onun iyice tanınması, eserlerinin bir kısmının Latinceye çevrilmesiyle olmuştur. Bu çevirileri yapanların başında Michael Scotus gelir.”(4)

            Cabiri’ye göre, “İbn Rüşd’ün felsefi söylemi, gerçekçi, eleştirel ve rasyoneldir. İbn Rüşd, bilgiyi ele alış bakımından doğrudan; özelde Harran’ın genelde ise Yeni Eflatunculuk ekollerinin resmileştirdiği epistemolojik sistemin egemenliğinden kurtulmuş, Farabi’nin Medine-i Fazıla rüyasına, İbn Sina’nın Meşriki Hikmeti’ne yön veren sosyal ve tarihi faktörlerden kurtulmuş, din ile felsefe arasındaki ilişkiyi gerçekçi ve rasyonel bir bakışla irdelemeye yönelmiştir. Bu bakış, din ve felsefenin her birinin kimlik ve bağımsızlıklarını muhafaza ediyor; onları tek bir yöne, hakikati aramaya yöneltiyordu.”(5)

            İbn Rüşd, sadece Gazali’yi değil, aynı şekilde Gazali’nin küfürle itham ettiği İbn Sina’yı da eleştirir. Çünkü İbn Sina’nın felsefi projesi Yunan felsefi düşüncesini İslam düşünce yapısının içine sokmaktı.

            İbn Rüşt bazı İslam düşünürlerinin felsefeyi dinselleştirmeyi doğru bir yöntem olarak kabul etmez. “İbn Rüşd, dini, kendi içinden kendi verileri aracılığı ile; felsefeyi de aynı şekilde kendi içinden kendi önermeleri ve gayeleri vasıtasıyla anlama ilkesine çağırdı. Ona göre dinde ıslahat, felsefede yenilik ancak bu yolla yapılabilirdi.”(6)

            Cabiri tarihte İbn Rüşd’ün yaptığı yöntem, bugün bizim için de yol göstericidir. Cabiri şu öneriyi yapar: “Gelin, bir yandan kültür mirasımızla kurduğumuz ilişkide diğer yanda- İbn Rüşd için Yunan felsefesi ne ise bizim için de çağdaş evrensel düşünce o olduğuna göre – çağdaş felsefeyle kurduğumuz ilişkide bu yöntemden faydalanarak tecdit binamızı kuralım.”(7)

 

SİYASET

                        İbn Rüşd, İslam’ın Endülüs tecrübesi ve siyasal iklimi içinde yaşamış bir filozoftur. “İbn Rüşd, Murabıtlar ve Muvahhidler dönemi ilim, idare ve siyaset çevrelerinde şöhret ve nüfuz sahibi bir ailenin çocuğu olarak Kurtuba’da dünyaya geldi”(8) Bu durum onun doğumundan itibaren siyasal çevrelerle ilişkili olmasını sağladı.

            İbn Rüşd, arkadaşı olan İbn Tufeyl’in de idari kadrolarda bulunduğu bir dönemde, devletin resmi kadılığı görevine atanır. İbn Rüşd, Aristoteles felsefesinin en iyi şerh eden bir filozof olmasının yanında idari görevlerde de bulunmuştur. “Özellikle akli ilimlere karşı büyük ilgi duyan ve büyük bir kütüphane kurmuş olan Ebu Yakup Yusuf b. Abdülmümin dönemin seçkin bilim adamlarını Marakeş’e davet etmiş ve aralarında İbn Tufeyl’in de bulunduğu birçok âlime idari görevler vermiştir. Felsefeye karşı duyduğu büyük ilgiyle Aristoteles’in eserlerini okumak isteyen hükümdar, bu kitapları anlamakta zorlanmış ve İbn Tufeyl’den açıklamalar yapmasını istemişti. O, yaşının ilerlemiş olmasını ve üstlendiği idari görevler dolayısıyla bu zor işin üstesinden gelemeyeceğini, ancak kabiliyet ve birikim itibarıyla bunu gerçekleştirebilecek birinin bulunduğunu söyleyerek İbn Rüşd’ü Hükümdara takdim eder. Böylece felsefi çalışmalarında emirin desteğini alan teşvik ve desteğini de alan İbn Rüşd, senesinde Sevilla kadılığına atanır ve kısa bir süre sonra da Kurtuba baş kadılığına tayin edilir.” (9) İbn Rüşd’ün ilerleyen zamanlarda saray tabipliğine de getirilir. Daha sonra yöneticilerle arası açılan İbn Rüşd sürgüne gönderilir.

            İbn Rüşd, çok sayıda eser veren bir filozoftur. Eserleri arasında siyaset ile ilgili bir eser de vardır. Siyaset alanında yazdığı tek eser “Telhisü’s – Siyase li Eflatun”dur. İbn Rüşd’ün siyaset konusunda Platon’dan geniş ölçüde etkilendiği görülmektedir. İbn Rüşd, Platon’un siyaset konusunu inceleyen eserini incelerken, tümüyle ona sadık kalmamış eleştirilerini ve farklı görüşlerini de ortaya koymuştur. Platon’un ideal devlet teorisinde ortay koyduğu düşünceleri İslam tarihindeki dört halife dönemine uyarlamıştır. İbn Rüşd’e göre ilk dört halife dönemindeki yönetim biçimi ideal yönetim biçimidir.

            İbn Rüşd’e siyaset felsefesinde toplum ve devletin varlığı merkezi bir yer tutar. “İbn Rüşd’e göre insanın devletsiz yaşaması imkânsızdır. İnsan en yüce ve mükemmelliğe ancak ideal devlette ulaşabilir. Herhangi bir siyasal topluluk dışında insanın mutluluğa ve mükemmelliğe ulaşması bir yana, hayatını bile devam ettirmesi mümkün değildir. İbn Rüşd, insani toplumun oluşmasını ekonomik gerekçelerle izah etmiştir. Zira ona göre toplumun varlık nedeni; insanın tek başına kendi kendine yetmemesi, başkalarına gereksinimi olmasıdır.”(10)

            İbn Rüşt toplumu tıpkı Platon gibi sınıflı düşünür ve yine Platon gibi her sınıfta olması gereken özellikleri sıralar. Herkes sadece bir meslek ile ilgilenmeli ve o mesleği en doğru şekilde yapmalıdır.

            İbn Rüşd, ideal bir devletin en önemli unsurunun yönetici olduğunu söyler ve ona merkezi bir değer verir. Devleti yöneten mutlaka felsefe eğitimi almalıdır. Bu anlayış Platon’daki filozof kralı hatırlatmaktadır.

            İbn Rüşd, yöneticide bulunması gereken özellikler bakımından, daha önce bu konuda eser yazan Farabi’den etkilenmiştir. İbn Rüşd’e göre devlet başkanında bulunması gereken özellikler şunlardır: Nazari ilimleri öğrenmeye elverişli, ilin sevgisiyle dolu ve araştırmaya ve öğrenmeye meyilli, doğruluğu seven, duyusal hazlara düşkün ve mal sevgisi olmayan, cesur, güzel erdemlere yönelen büyük bir düşünür olmalıdır.(11)

            İbn Rüşt siyasetle ilgili yazdığı eserinin diğer bir yerinde yönetici de bulunması gereken özellikleri şöyle sıralar:

“1- Hikmet

2- Mükemmel bir zekâ

3- İyi derecede ikna kabiliyeti

4- İyi bir hayal gücü

5- Cihat edebilme gücüyle beraber, cihat için gerekli bedensel organlarının eksik olmaması”(12)

            İbn Rüşd’e göre ideal devletin yanı sıra, Timokrasi, oligarşı, demokrasi, titanlık, hazzı gaye edinen yönetim, zaruret yönetimi, kusurlu yönetim gibi yönetim biçimlerinin egemen olduğu devletleri bozuk devletler olarak tanımlar.

İbn Rüşd demokrasiyi insanların nefsi yönlendirmesine açık olması, varlığının devamı tesadüflere bağlı, amaç birliği olmayan yönetimlere benzeterek, demokrasi ile yönetilen devletleri bozuk devletlerarasında sayar.

            Süleyman Uludağ’ın aktardığına göre “İbn Rüşd, Aristo’nun siyasete dair eserini görmemiş, Eflatun’un Cumhuriyet’i üzerine fikir beyan etmiştir. Devleti filozoflar ve ihtiyarlar idare etmelidir. Devlet idaresini halkın çıkarına göre değil, kendi menfaatine göre ayarlama zulümdür. İbn Rüşd, askeri idarelere ve istibdada karşı çıkıyor. Şöyle diyor: İlk zamanlarda İslam’daki idare ve hükümet şekli tamamıyla Eflatun’un Cumhuriyetindeki nizama benzeyen bir şekil üzerine kurulu idi, o cumhuriyetin bir örneği idi. Ne çare ki Muaviye bu düzeni bozdu, bu güzelim bana yerine Emevi istibdadını kurdu. Bunun neticesi olarak İslam devletinin esasları yıkıldı, her yerde fitne ve anarşi zuhur etti.”(13)

            İbn Rüşd’ün ilk dönem İslam siyaset anlayışı ve yönetim açısından yapılan uygulamaları Platon ile özdeşleştirmesi ilginç bir tutumdur.

DİN- FELSEFE/ AKIL VAHİY İLİŞKİLERİ

            İbn Rüşd’e göre felsefe ve diğer nazari bilimlerle ilgilenenlerin farklı sonuçlara ulaşmasının nedenleri şunlardır:

“a) Bazı insanların kimi hakikatleri kendi çabası ile kavrayabilecek zihni yetenek ve kapasiteye sahip bulunmaması,

  1. b) Onları doğru bilgiye ulaştıracak yöntemi bilmemeleri,
  2. c) Sıradan arzu ve önyargıların etkisinden kurtulamamaları,
  3. d) Doğru bilgiyle donanmış olup bu birikimini güzelce aktarabilen erdemli bir öğretici bulamamış olmak.”(14)

            İbn Rüşd, din felsefe ilişkisini incelerken bazı ön belirlemeler yapar. İbn Rüşd’e göre, kaynağı vahiy olan din, kaynağı akıl olan felsefi düşünceyi teşvik eder. Bu anlamda dinin felsefeyi teşvik etmesi zorunluluktur.  Felsefe ve mantık din açısından gerekli ilimlerdir. Bundan dolayı insanları felsefe ve mantıktan soğutup uzaklaştırmak doğru değildir. Ender de olsa felsefeden olumsuz etkilenenler olabilir, ancak bunun felsefeyi yasaklamak yoluna gidilmeyip, sakıncaları ortadan kaldıracak bazı önlemler alınmalıdır. Felsefe ile üretilen bilgiler dindeki bilgilerle çelişkili olması mümkün değildir. Aynı kaynaktan beslenen din ve felsefe birbirleriyle uyum içindedir. Buna rağmen görünürde bir uyumsuzluk ortaya çıktığında tevil yöntemine başvurulmalıdır.

 İbn Rüşd’ün din felsefe ilişkilerini konu aldığı eserleri şunlardır:

1- Tehafütü’t Tehafüt

2- Faslu’l Makal

3- El-Keşfan Minhaci’l- Edille

            İbn Rüşd’e göre “Felsefe yapmak mevcudatı araştırmaktan ve onları yaratıcıya delaleti bakımından incelemekten daha fazla bir şey değilse-ki bununla yaratılanlar yönünden olanı kastediyorum- yaratılanların bilgisiyle yaratıcıya delalet eder.”(15)

            İbn Rüşd’e göre “Ey derin kavrayış sahipleri, düşünün” ayetini temel alarak, akli ve dini kıyasın birlikte kullanılmasını zorunlu kılar. İbn Rüşd, akli kıyaslar konusunda daha önce yapılan çalışmaların örnek alınması gerektiğini söyler. “ Durum bu şekilde olunca ve akli kıyaslar hususunda yapılan araştırmalarda ihtiyaç duyduğumuz her şey kadim filozoflarca çalışılmış ve tamamlanmış olduğundan onların elimizde bulunan kitaplarını inceleyerek bu konuda ne dediklerine bakmamız gerekir. Eğer dediklerinin tamamı doğruysa bunu kabul ederiz. Şayet onların görüşleri içinde doğru olmayan varsa bu konuda (insanları ) uyarırız.(16)

            İbn Rüşd’ün kast ettiği kadim filozofların başında Aristoteles gelmektedir. Kıyas konusunda, onun “Organon” adlı eserinin Birinci ve İkinci Analitikler bölümünde ele alınan kıyas konusudur. İbn Rüşd’e göre akıl yoluyla varlıklar üzerine düşünmek farzdır. Ayrıca İbn Rüşd, önceki filozofların fikirlerinden faydalanmayı gerekli görmektedir. Akılla ulaşılan bilgiler şeriatın zahiri görünüşüne aykırı düşerse, tevil yapılarak yorum yapmak gerekir. Çünkü şeriatın kavramlarını zahiri manada anlamak zorunlu değildir.

            İbn Rüşd, insanların felsefe kitaplarını okuyarak sapıttıkları yolundaki eleştirilere şu cevabı vermektedir: “İnsanların en rezillerinden oluşan bir grubun bu kitapları inceledikleri için sapıttığını düşünmek, susuzluktan ölmek üzere olan bir insana bazı insanların suyu içip ölmesi gerekçesiyle susayan kişiyi tatlı ve soğuk suyu içmekten men etmek gibidir. Suyun boğazda kalması dolayısıyla ölmek arızi bir durumdur; susuzluktan olmak ise zati ve zaruri bir duruma işaret eder.”(17)

            İbn Rüşd, din- felsefe ilişkileri konusunda tartışmaya girdiği Gazali’nin kişiliği hakkında şu değerlendirmeyi yapar: “Önemli olan konularda filozoflarla beraberdir. Fakat şeriatı savunan bir kahraman kesilmek, kelamcılara şirin görünmek ve Sünnilere karşı kendisinde meydana gelen suizannı ortadan kaldırmak için filozoflara muhalif görünmeye çabalıyor. Aklı ile filozoflar tarafında, kalbi ile şeriat tarafında bulunuyor ama kalbi aklına galip geliyor. Maksadı hak olanı bulmak değil, felsefeyi ret ve iptal etmektir. Yapmak peşinde koşmuyor, yıkmak gayesi güdüyor. Böyle hareket etmek ona yakışmaz. Çünkü bu hareket kötü kimselerin davranışıdır. Felsefeden faydalandı, başkalarından üstün duruma gelmesi, ancak felsefi eserler okuması sayesinde mümkün oldu. Tutalım ki filozoflar hata etti. Düşüncelerindeki meziyetler sayesinde fikirlerimizi terbiye etmek gibi bir nimeti nasıl inkâr edebiliriz? Filozofların, mantıktan başka ilimleri olmasa bile, mantığın değerini bilen bir kişi olarak Gazali’nin onlara teşekkür etmesi icap ederdi. Gazali, hem, ‘Mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez’ diyor, hem de mantık ilmini ortaya koyan filozofları ve onların ilimlerini alabildiğine karalıyor. Felsefi eserler okuması ve onlardan faydalanması sayesinde en büyük âlim olma mertebesine kadar yükselen bir zatın, filozoflar hakkında uluorta sözler söylemesi, onları ve ilimlerini açıktan açığa ve mutlak suretle kötülemesi nasıl doğru görülebilir?”(18)

            İbn Rüşd, Gazali’nin filozofları eleştirdiği Tehafüt El- Felasife” (Filozofların tutarsızlığı adlı eserine karşı, filozofları ve felsefeyi savunan “Tehafütü’t Tehafüt”(Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı eseri kaleme aldı. Gazali ele aldığı 20 meselenin 17’nde filozofların yanıldığını, üç meselede ise küfre girdiklerini savunur. Bu üç mesele

1-Cesetlerin haşrı,

2- Allah’ın tikelleri bilmediği,

3- Âlemin kıdemi meseleleridir.

Gazali bu üç konuda Farabi ve İbn Sina üzerinden filozofların küfre girdiğini savunur.

            İbn Rüşd, Tehafütü’t Tehafüt adlı eserinin son kısmında Gazali hakkında son değerlendirmeyi yapar:

            “Bu adam(Gazali), filozofları üç meselede küfürle suçlamıştır. Bunlardan biri, (Sözünü ettiğimiz) bu meseledir. (İbn Rüşd’ün sözünü ettiği mesele yeniden dirilişin cismani olup olmadığı meselesidir) Biz (burada) filozofların bu meselede nasıl bir görüşe sahip olduklarını ve onlara göre bunun kuramsal nedenlerinden biri olduğunu söylemiştik.

            İkinci mesele Tanrı’nın tikelleri (cüz’ileri) bilmediğini söylemeleridir ki, biz bu görüşün de, onların görüşü olmadığını söylemiştik.

            Üçüncüsü, onların âlemin öncesizliği konusundaki görüşleridir. Yine biz, filozofların (öncesizlik) deyimini, kelamcıların filozofları küfürle suçladıkları anlamda kullanmadıklarını da söylemiştik. Gazali, bu kitapta (Tehafüt el- Felasife) ruhani dirilmenin hiçbir Müslüman tarafından ileri sürülmediğini bir başka kitapta ise, böyle bir şeyi Sufilerin söylediklerini belirtmektedir. Buna göre, cisimsel duyulur dirilmeyi değil, ruhani dirilmeyi ileri süren ve böyle bir dirilmeyi mümkün gören kimse, herkesçe ortak kabul edildiği üzere, küfürle suçlanamaz. Fakat yine de o, bunun (Tehafüt el-Felasife’nin) dışında bir başka kitapta da küfürle suçlamayı, sanki herkesin birleştiği bir hususmuş gibi, sürdürmüştür. Görüldüğü gibi, işte bütün bunlar karışıklığa düşmekten başka bir şey değildir. Kuşkusuz, bu adam (Gazali), felsefe(hikmet) konusunda yanıldığı gibi, Şeriat konusunda da yanılmıştır.(19)

            İbn Rüşd, Gazali’yi şu ifadelerle eleştirir: “Onun böyle yapması mizaçları uyarmayı istemesine bir delildir. Bu nedenle de kitaplarındaki mezheplerden birine tabi olmamış, aksine Eşariler’le Eşari, Sufiler’le Sufi, Filozoflar’la da filozof olmuştur. Hatta bu konuda şöyle de denilmiştir:

Yemenli birine rastladığım gün Yemenliyim, Ma’adlı birine rastladığım gün ise Adnanlıyım”(20)

            “Tanrı, doğruyu bulmaya yardım eden ve dilediği gerçekliğe (hakka) ulaştırandır” (İbn Rüşd, Tehafütü’t Tehafüt, Tercüme: Prof. Dr. Kemal Işık- Prof. Dr. Mehmet Dağ, Ankara Okulu Yayınları, s: 551) diye dua eden İbn Rüşd eserini yazma gerekçesini de şöyle açıklamaktadır: “Bu konularda sözü burada kesmeyi ve bunlar üzerinde konuştuğum için bağışlama dilemeyi uygun gördüm. Eğer gerçeği, onu bilenlerden isteme zorunluluğu bulunmasaydı (ki, bunlar Galen’in de bin kişide ancak bir kişidir) ve bilgi sahibi olan kimseler bu konularda konuşmaya yeltenmeselerdi, Tanrı da biliyor ki, bu konularda tek bir laf bile söylemezdim. Umarım ki, Tanrı bu konuda özrümüzü kabul eder ve kendi yardımı, cömertliği, keremi ve üstünlüğü ile sürçmelerimi bağışlar. Ondan başka Rabb yoktur. Âlemlerin Rabbi olan Tanrı’ya hamd olsun.”(21)

            İbn Rüşd, din –felsefe ilişkilerini konu aldığı “Faslu’l Makal” adlı eserinin sonunda din ve felsefe ilişkisini şöyle yorumlar: “Hikmet (felsefe), şeriatın yoldaşı ve sütkardeşidir. Dolayısıyla ondan gelen eziyet eziyetlerin en şiddetlisidir. İkisi arasında düşmanlık, nefret ve çekişme olmasına rağmen bu ikisi tabiatları bakımından dostturlar; cevher ve içgüdüsel açıdan da karşılıklı sevgiye sahiptirler. Kendilerini ona nispet eden cahil dostların çoğu ona eziyet vermiştir. Bunlar ondaki mevcut fırkalardır. Allah hepsini doğru yola yöneltsin.”(22)

            İbn Rüşd’e göre din insanları entelektüel ve ahlaki açıdan yetkinliğe ulaştırma amacına karşın, felsefe entelektüel gelişimine katkıda bulunur. Bu durum felsefe ile dinin konu ve amaç birliği içinde olduğunun göstergesidir.  

Öyle görülüyor ki, dönemin siyasal desteğini de arkasına alan Gazali sisteminin etkisi o kadar belirleyici ve büyük olmuştur ki, bu felsefenin hermetik irfani yapısı, İbn Rüşd’ün akılcılığının önünü kapatmış ve etkili olmasını engellemiştir. Cabiri’nin de dediği gibi İslam dünyası İbn Sina, İşrak felsefesi dolayısıyla İslam dünyasına tasavvuf adı altında sokulan ve Gazali tarafından kurumsallaştırılan sorun çözmeyen hermetik atıl aklın etkisinden mutlaka kurtulmalıdır.

Referanslar

  • İbn Rüşd, Tehafütü’t Tehafüt, Tercüme: Prof. Dr. Kemal Işık- Prof. Dr. Mehmet Dağ, Ankara Okulu Yayınları, s: 551.
  • Felsefi Mirasımız ve Biz, Muhammed Abid el- Cabiri, Türkçesi: Said Aykut, Kitabevi Yayınları, s: 39.
  • İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Editör: M. Cüneyt Kaya, İbn Rüşd: Bir Denge Filozofu, Hüseyin Sarıoğlu, s: 370-371
  • İslam Medeniyetinde Bilim Öncüleri 3/Felsefe, Proje Editörü: Mehmet Azimli, İbn Rüşd, Ömer Bozkurt, s: 155.
  • Muhammed Abid el-Cabiri, Felsefi Mirasımız ve Biz, Türkçesi: Said Aykut, Kitabevi Yayınları, s:49.
  • Muhammed Abid el-Cabiri, Felsefi Mirasımız ve Biz, Türkçesi: Said Aykut, Kitabevi Yayınları, s:58.
  • Muhammed Abid el-Cabiri, Felsefi Mirasımız ve Biz, Türkçesi: Said Aykut, Kitabevi Yayınları, s:58.
  • İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Editör: M. Cüneyt Kaya, İbn Rüşd: Bir Denge Filozofu, Hüseyin Sarıoğlu, s: 367.
  • İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Editör: M. Cüneyt Kaya, İbn Rüşd: Bir Denge Filozofu, Hüseyin Sarıoğlu, s: 368.
  • İbn Rüşd’ün Siyaset Felsefesi, Cevher Şulul, Doğu’dan Batı’ya Düşüncenin Serüveni, cilt:7, s: 736.
  • İbn Rüşd’ün Siyaset Felsefesi, Cevher Şulul, Doğu’dan Batı’ya Düşüncenin Serüveni, cilt:7, s: 729.

12- İbn Rüşd’ün Siyaset Felsefesi, Cevher Şulul, Doğu’dan Batı’ya Düşüncenin Serüveni, cilt:7, s: 730.

13- Felsefe- Din İlişkileri, İbn Rüşd, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergah yayınları, s: 41

14- İslam Felsefesi Tarih ve Problemler, Editör: M. Cüneyt Kaya, İbn Rüşd: Bir Denge Filozofu, Hüseyin Sarıoğlu, s: 377.

15- Faslu’l Makal, İbn Rüşd, Metin ve Tercüme: Mevlüt Uyanık-Aygün Akyol, Elis yayınları, s: 18.

16- Faslu’l Makal, İbn Rüşd, Metin ve Tercüme: Mevlüt Uyanık-Aygün Akyol, Elis yayınları, s: 22.

17- Faslu’l Makal, İbn Rüşd, Metin ve Tercüme: Mevlüt Uyanık-Aygün Akyol, Elis yayınları, s: 26

18- İbn Rüşd, Felsefe- Din İlişkileri, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları;s: 42.

19- İbn Rüşd, Tehafütü’t Tehafüt, Tercüme: Prof. Dr. Kemal Işık- Prof. Dr. Mehmet Dağ, Ankara Okulu Yayınları, s: 550-551.

20- Faslu’l Makal, İbn Rüşd, Metin ve Tercüme: Mevlüt Uyanık-Aygün Akyol, Elis yayınları, s: 54.

21- İbn Rüşd, Tehafütü’t Tehafüt, Tercüme: Prof. Dr. Kemal Işık- Prof. Dr. Mehmet Dağ, Ankara Okulu Yayınları, s: 551.

22- Faslu’l Makal, İbn Rüşd, Metin ve Tercüme: Mevlüt Uyanık-Aygün Akyol, Elis yayınları, s:74.

Yusuf Yavuzyılmaz’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.