30.10.2023
Bir siyasal iktidarı bekleyen en önemli tehlike gücün mantığına teslim olma tehlikesidir. Her iktidar sahibi bu kaçınılmaz tehlikenin eşiğinde yaşar. İnsanın güç karşısında, gücün zaafına teslim olmadan iktidarı sürdürmesi önemli bir ahlaki mücadeleyi gerektirir. Bu mücadelede yenik düşen her iktidar sahibi, toplumu yönetmek için daha fazla güce ve düşmana ihtiyaç duyar. Çünkü düşman karşısında duyulan korku, ona karşı bağlılığı artıracaktır.
Öte yandan dış düşman ve beka söylemi, muhalefeti de içine alacak şekilde genişletilir. Muhalefet dış düşmanla işbirliği yapan, ülkenin bekası için tehdit oluşturan bir konuma yerleştirilir. Bu söylem demokratik yönetimlerin en büyük özelliği olan muhalefetin düşmanlaştırılmasına yol açar.
Kuşku yok ki, devleti ön plana alan totaliter felsefenin uzun bir tarihi var. Platon’dan itibaren başlayan ve bütün totaliter düzenlerin ana omurgasını oluşturan felsefe, devlet, devlet adamı( iktidar ) ve devlet ahlakını özdeşleştirmektedir. Bu durumda muhalif düşüncelere nefes alacakları meşru bir siyasal bir alan kalmayacaktır. Platon’un devlet konusundaki düşüncelerini Machiavelli, Thomas Hobbes, J. J. Rousseau ve Hegel daha da ileri taşıyarak, totaliter soylu geleneğin izleyicileri olmuştur. Devletin kutsallığına dayalı bu anlayış demokratikleşme ve hukuk devletinin önündeki en büyük engeldir. Bilindiği gibi Platon keskin bir demokrasi karşıtıdır. Bugün hala muhalif çevrelerin Platon’un demokrasi karşıtlığına atıf yapmaları bu anlayışın ne kadar yaygın olduğunu göstermesi açısından anlamlıdır. Oysa demokrasi karşıtlığına evrilmek çözüm değil, çözüm halk iradesi ve egemenliği istismar ederek hukuk dışına çıkma eğilimlerine karşı, hukuk devleti ve özgürlük adına mücadele vermektir.
Demokrasi ve hukuk devleti için Platon’un her tür özgürlüğü reddeden ve yöneticilere muhalefeti ortadan kaldırmayı meşru gören felsefesine sığınmak çözüm değildir. Platon’dan hareketle ortaya ancak totaliter bir toplum yapısı çıkar. Bundan dolayı Platon düşüncesinden hukuk devleti, adalet ve özgürlüğün çıkması mümkün değildir.
Öte yandan devletin geleceğinin tehdit altında olması algısı, sadece iktidar sahiplerinin iktidarı kaybetmesi ile sonuçlanacak bir sürece değil, bunun yanında bütün halk için tehlikeli bir duruma işaret eder. Çünkü iktidar ve devlet bütünleşmiştir. Dolayısıyla iktidara yönelik her eleştiri devletin varlığına ve birliğine yönelmiştir. Bu durumda siyasal rekabetin ana kavramları “güvenlik” ve “istikrar” olacaktır. Özellikle “güvenlik ” kavramı, Türkiye siyasal tarihinin en önemli kavramıdır. Özellikle Emevilerden bu yana yaşanan süreçte bu kavram hep siyasetin merkezinde belirleyici bir kavram olarak yer almıştır. Öte yandan tarihi, savaşlar, darbeler, ihanetler, taht kavgaları ile geçmiş, dünyanın en sorunlu bölgesinde bulunan bir halk için güvenlik çok önemlidir. Güvenliğinin tehdit altında olduğu algısı, halkın dikkatini çekecektir. Bu yüzden halk temel hak ve özgürlükler, adalet, ekonomik sorunları erteleyerek güvenlik konusuna yoğunlaşacaktır. Çünkü güvenliğin olmadığı yerde temel hak ve özgürlükler, adalet ve ekonomik refahın hiçbir anlamı yoktur. Yaşadığımız süreç bu algının çok geçerli olduğunu gösteriyor.
Türkiye’deki muhafazakar dindarlar hayata dair tüm iddialarını kaybetmiş durumdadır. Dönüştürmek için çıktıkları yolda zaman içinde dönüşmüş ve başkalaşmıştır. Özgürlük, hukuk, ve adalet arayışı olarak çıkılan yol, milliyetçilik, güvenlik ve devletçilik limanına varmıştır. Süreçte muhafazakarlık üzerinden İslamcılık önemli ölçüde terbiye edilmiştir. İslamcı aydınların önemli bir bölümü siyasal iktidarla kabul edilemez bir teslimiyet ilişkisine girmişler, bu süreçte bağımsızlıklarını kaybetmişlerdir. İktidarı uyarıp yol gösterecekleri ve ufuk çizecekleri yerde, iktidarın her politikasını savunmaya kalmışlardır. Bu durum onların güvenilirliğini önemli ölçüde örselemiştir. Bu durumda yapacakları tek şey, bir zamanlar muhalefet ettikleri düşüncelerle uzlaşmaktır. Burada uzlaşmak ortak iyide buluşmak değil, kendi kimliğini kaybederek yozlaşmak, hayata dair iddialarını kaybetmek anlamındadır. Artık önümüzdeki süreç, iktidarı siyasal demokratik, hukuk ve adalet yönünden dönüştürmek için bir araç olarak kullanmaktan uzaklaşmış; dini inançları iktidarda daha uzun süre kalabilmek için araçsallaştırmaya dönüşmüştür.
Öte yandan tarihi taht kavgalarının getirdiği sorunlarla geçmiş bir hafızaya sahip halk için, muhalefeti bölücülük ve tehdit ile özdeşleştirmek kolaydır. Çünkü güvenlik her zaman birincil önemdedir. Devletin tehdit altında olduğu algısı iktidar için her zaman avantajdır. Çünkü devlet ile iktidar özdeşleşmiştir. İktidarın kaybetmesi devletin kaybetmesi anlamına gelir. Siyasal anlamda totalitarizmin başladığı eşik de burasıdır. Buradan kurtulmanın yolu hukuk, adalet, çoğulculuk ve demokratik yönetimdir.