Yusuf Yavuzyılmaz Yazdı: İktidar ve Özeleştiri

22.07.2024

İslami kökenden gelen siyasilerin iktidar süreci öğretici ve gelecek kuşaklar için uyarıcı özellikler içermektedir. Öyle görülüyor ki dindarların önemli bir bölümü, siyasal iktidarları sonucu elde ettikleri ayrıcalıkları korumayı her şeyin önüne koyan pragmatist bir ahlak edindiler. Bu süreç onları giderek inançlarının yüklediği sorumluluklardan uzaklaştırdı. Süreç onları ya ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak ile ahlaki sorumlulukları arasında bir tercihe zorladı. Ne yazık ki, ahlaki sorumluluklarını öne almak yerine, ahlaki sorumluluklardan taviz verip, iktidar süresini uzatmayı tercih ettiler. İktidarın süresini uzatmak için kullandıkları zihinsel araçlar tevil, zaruret ve hileyi şeriye kavramları oldu.

İslami kökenden gelen siyasiler, son tahlilde iktidarda kalmayı sağlayacak ideolojik bir farklılaşma yaşayarak muhafazakârlaştı ve milliyetçileştiler. İslami kökenden gelen ve adil bir dünya için mücadele eden siyasal aktörler için en büyük tuzak milliyetçilik ve muhafazakârlıktır. İslami kökenden gelen siyasal iktidar, her değişimci iktidarın önündeki tuzağa düşerek bu özelliklerini yitirdiler.

Bu süreç, iktidarın hatalarını dine ve İslamcılığa yükleyen, laiklik ve sekülerliği meşrulaştıran bir sürecin de önünü açtı. “Milli devlet”, ‘ulusal çıkarlar”, ve “şanlı tarih” retoriği, adalet arayışının önüne geçti. Bu zihinsel dönüşümü sağlayan önemli bir hareket 15 Temmuz süreci oldu. 15 Temmuz sürecinin ardından yaşananlar, İslami bir duruşa değil, milliyetçi ve muhafazakâr bir retoriğe ve dönüşüme yol açtı. Bu sürecin ardından izlenen siyaset milliyetçi ve muhafazakâr reflekslerin önünü ardına kadar açtı. İslam’ın en temel kavramı olan “adalet” yerine “devletin çıkarları” ve “güvenliği” geçti.

Bu nedenle İslamcılığın tam sırasıdır. İslamcı aydınlar tarihsel bir sınavın eşiğindedir. Bu sınav iktidarın eylemlerini sorgusuz onaylamak ve meşrulaştırmak ile dinin yüklediği ahlaki sorumluluklar arasında yapılacak yaşamsal tercihle ilgilidir. Siyasal anlamda adaleti siyasal iktidar yerine koyan ve adalet için ölümü göze alan Hz. Hüseyin ile iktidarda kalmak için her türlü aracı kullanan pragmatist Muaviye siyaseti arasındaki tercihle ilgilidir.

Adaleti amaçlamak ve yeni bir dünya düzeni için çaba harcamak yerine milliyetçilik ve muhafazakârlık arasında kalan ve milliyetçilik ve muhafazakârlığı tercih eden anlayışın, kullandığı dini söylem de büyük bir semantik değişime uğradı. Devletin güvenliğini öne alan milli birlik ve beraberlik söylemi her tür değerin önüne geçerek egemen oldu. Bu durum devleti ve düzeni öne alan ve bu uğurda kardeş katlini meşru gören tarihsel anlayışı yeniden güncelleyerek öne çıkardı. Müslümanlar Muaviye’nin sistemleştirdiği ve miras bıraktığı siyasetten uzaklaşmalıdır. “Muaviye’nin kırk yıllık siyasi ve idari hayatını üzerine bina ettiği en önemli prensiplerinden birisi de parasının iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kırbaca, kırbacın iş gördüğü yerde kılıca gerek duymayışıdır. Bütün bunların kifayet etmediği yerde ise güce başvurmuştur.” (Prof. Dr. İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Mu’aviye B. Ebi Sufyan, Ankara Okulu Yayınları) Bu siyasal anlayışın yarattığı kültür, İslam tarihinin baskın kültürü oldu. Bugün hala bu kültürün yarattığı otoriterlik siyasal anlayışımızda baskın durumdadır.

Öyle görülüyor ki, daha derinde, özellikle modernleşme döneminde müslüman zihnin “vatan” ve “millet” konusunda yaşadığı zihinsel dönüşümün yarattığı travma var. “Milli devlet” ve “ulusal çıkarları” öne alan İslami anlayış biçimi, dini kavramlara semantik bir müdahale yaparak, dini kavramları bunları onaylayacak bir şekilde yeniden tanımladı.

Tarihin bu kırılma anında bu sürece verilecek en iyi ve sahih tepki İslamcılıktır. Bu yüzden İslamcı aydınlar büyük bir sorumluluğun altındadır. İslamcılık, Kur’an ve Sünnete dönüşü, İçtihat kapısının açılmasını, cihat ruhunun uyandırılması, dini tarihin getirdiği olumsuz tortulardan arındırmayı, İslam ülkelerini sömürgeden kurtarıp özgürleştirmeyi ve çok daha önemlisi adil bir düzen kurmayı hedefleyen antiemperyalist ve anti Siyonist yapısıyla bu ülkenin en sahih anlayışıdır.

Mücadele Ali Şeriati’nin vurguladığı gibi dine karşı dinin mücadelesidir. Hz. Hüseyin’in adaleti siyasal iktidar olmaya tercih eden anlayışıyla, Muaviye’nin iktidar için her türlü aracı kullanan pragmatik siyaseti arasında olan mücadele iki farklı din anlayışını da var etmiştir. Bu mücadelenin tarafları kendi siyasetini dini temellere dayandığı iddiasındadır. Bu mücadelede taraflar aynı terminolojiyi kullanmakta, fakat bu kavram üzerine inşa ettikleri iki farklı dini retorik ortaya çıkmaktadır. Nitekim bütün dini hareketlerin kullandığı terminoloji farklılığı, dinin temel kavramlarına semantik müdahale ile yeniden tanımlanması ile ilgilidir.

Kerbela olayı bize, tarihin her döneminde dinin zulüm aracı olarak kullanılabileceğini de göstermektedir. Allah’ın insanları özgürleştirmek için gönderdiği dinin, insanları köleleştirmek amacıyla kullanıldığına tanıklık etmek ne kadar trajiktir.

Yaşadığımız dönem dinin insafsızca sömürüldüğü ve araçsallaştırıldığı bir dönemdir. Kur’an bunu “Allah ile aldatmak” kavramsallaştırmasıyla açıklamaktadır. “Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah’ın va’di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın.” (Fatır/5)

Yaşananlar karşısında müslümanlar, dinin temel değerlerine uygun bir siyasal anlayış geliştirerek, günümüzün en büyük sorunu olan, dinin istismar edilmesine karşı çıkmalıdır. Çünkü Kur’an bizi dini araçsallaştırma konusunda uyarmaktadır. “Dini/hesap gününü yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi şiddetle itip kakar. Yoksulu/muhtacı doyurmayı hiç teşvik etmez. Yazıklar olsun namaz kılanlara ki onlar, kıldıkları namazdan gafildirler. Onlar, gösteriş için ibadet yaparlar, en ufak bir yardımı bile esirgerler.” (Maun 1-7)

Siyasal anlamda en vahim olan ise yanlışı, adaletsizliği, yolsuzluğu, hukuksuzluğu açıkça gördüğü halde çeşitli gerekçeler öne sürerek susanlardır. Zulüm karşısında suskun kalan bir toplum, adalet arayışının önündeki en büyük engeldir. Adil şahitler olmamızı emreden Allah’ın böyle bir topluma yardım etme ihtimali var mı?

Yusuf Yavuzyılmaz’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir