06.03.2022
Dini radikalizmin en önemli sorunu, kural ve içerik arasında sağlıklı bir yaklaşım oluşturamamasıdır. Bu durum, bir yandan kurallarla sıkı sıkıya bağımlı, öte yandan ahlak ve maksattan yoksun sert, sevgisiz, tavizsiz bir dini söylem üretmektedir.
İslami radikalizmin en önemli nedenlerinden biri fetva ile takva arasında kurulan yanlış analojidir. Fetva, fıkıh( hukuk) sonucu ortaya çıkan bir hükümdür. Bir konuda hukuksal ilkeleri öne çıkaranlar, hükmün alt yapısı olan ve takvayı besleyen ahlaki ihmal ediyorlar. Sonuçta ortaya şekilci ( formel- kuralcı bir dindarlık çıkıyor. Şekilci dindarlık ahlakı( takva) önemsemediğinden en küçük bir zorlukta dini istismar etmekten çekinmiyor. Radikaller sürekli fetvayı öne çıkararak, insanları belirli bir yönde davranmaya zorluyorlar. Böylece kural ile içerik, şekil ile ahlak, form ile irfan birbirinden ayrılıyor. Ortaya fıkhı kurallara riayet eder görülen ve her tür ahlaksızlığı yapmaktan çekinmeyen bir dindar tipi çıkıyor. Bu dindar tipinin ortaya çıkardığı sorun, sadece kendisiyle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda din üzerinde olumsuz bir imaj oluşturuyor. Bugün dindar kimlik üzerinden toplumda görünür olanların siyaset, ticaret ve toplumsal hayatta ortaya koydukları performansın kötü olması, dindarlık ile güvenilir olmak arasında büyük bir mesafe yaratıyor.
Biçim ve içerik arasındaki bu uyumsuzluk ve mesafe başörtüsü mücadelesinde açıkça görüleceği gibi nitelik ve nicelik sorunu olarak ortaya çıkıyor. Bu durumun bir diğer nedeni de fetva ile takva arasında ki uyumsuzluğun çelişkisidir.
Dinin başka bir amaç için araçsallaştırılmasının doğurduğu sonuç, çok tahrip edici oluyor. Bu hem dini araçsallaştıran kişinin güvenilirliğini ortadan kaldırıyor, hem de örneklik oluşturmasını ortadan kaldırıyor. Yaşadığımız dünyada önümüzde duran en önemli sorun budur.
Din üzerinden sermaye oluşturan bir zihnin yaratacağı etki çok yıkıcı olacaktır. Öte yandan dini araçsallaştıranlar üzerinden bizzat dini hedef alıp eleştirenlerin varlığı da sorunu daha da karmaşık hale getirmektedir. Dini araçsallaştıran en önemli siyasal ideolojilerden biri muhafazakarlıktır. Aslına bakılırsa muhafazakarlık sahip olduğu tarih, toplum ve siyaset anlayışı dolayısıyla dini araçsallaştırmaya son derece uygun bir ideolojidir.
Tarihsel anlamda dini siyaset için araçsallaştırmanın tarihi İslam tarihinin ilk devirlerine kadar geri götürülebilir. Emevilerden beri dinin devlet için araçsallaştırılması tarihsel bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Bugün dindarların siyasal aklı büyük ölçüde Emevilerden beri gelen uygulama ile şekillenmektedir. Yeni bir siyasal paradigmaya ihtiyaç olduğu açıktır. Bu siyasal paradigmanın ilk adımı, tarihsel süreci sağlıklı bir şekilde analiz etmektir.
Son zamanlarda yaygınlaşan, formel ibadetlerini yerine getiren ancak sosyal sorumluluk konusunda duyarsız davranma, kural ile ahlak ilişkisinin doğru kurulamadığını gösteriyor. Aslında bütün ibadetlerin dayandığı en önemli ölçüt, ibadeti Allah için yapmaktır. İbadetlerde öne çıkan Allah rızası dışındaki her ölçüt, bir yandan dini araçsallaştırmaya, öte yandan şekilci dindarlığa kapı aralamaktadır.
İbadet konusundaki anlayış farkı sorunu daha da karmaşık hale getirmektedir. Çoğunlukla namaz, oruç, haç şeklinde ortaya çıkan ibadet anlayışı yalan söylememe, dürüst olma, emanete ihanet etmeme, sözünde durma, yalancı şahitlik etmeme, anne- babaya güzel davranma, yetim hakkı yememe, kamu malına duyarlı olma gibi konuları ibadet olarak algılamamaktadır. Bu durum ortaya çarpık bir din anlayışı çıkardığı gibi çarpık dindarlıklar da üretmektedir.
Din istismar edilmeden, kendini dindar olarak konumlandıran kişinin yolsuzluk, adaletsizlik, liyakatsizliğin arkasında durması ve desteklemesi mümkün değildir. Bu durumun oluşturduğu olumsuz sonuçlara tanık olmak için, siyasal, ekonomik ve toplumsal hayattaki olayları izlememiz yeterlidir.
Şurası açık ki içerik, irfan ve ahlak kaybolduğu oranda form kutsanır. Namazın kurallarına gereksiz aşırı hassasiyet gösteren, ayağının duruşundan namazın kabul olamayacağına kolayca hükmeden birinin, verdiği sözde durmaması, borcunu zamanında ödememesi, yalan söylemesi; hem ibadeti araçsallaştırdığına, hem de irfan ve ahlaktan uzaklaştırdığına işaret eder.
Buna karşılık formsuz ve kuralsız ibadet olmayacağı da açıktır. Form ve içerik dengesini iyi kurmak gerekir. Dünya ve Türkiye realitesiyle uyumsuz ütopik İslamcılığın yarattığı gerilim, hayal kırıklığı ve travma çoğu genci İslam’dan uzaklaştırdı. Bazı İslamcı akımlar, hayattan kopuk ve dünya gerçekleriyle yüzleşmeyen ve aşırı vaat dolu idealist söylemlerinin altın da ezildiler.
Din istismarı sadece uydurma hadisler üzerinden yapılmaz. Naslarla oynamak ve onların anlamları üzerinden semantik bir müdahale yoluyla değiştirmekle de yapılır. Yani tek kaynak Kur’an’dır tezi istismarın önüne geçmeye yetmez. Zira Kur’an ayetlerinde semantik müdahale Batınilik akımının önünü açmıştır. Ayrıca ilk büyük din istismarcısı mezhep olan Hariciler Kur’an dışında hiçbir kaynak kabul etmiyorlardı.
Dinin araçsallaştırılması konusunda yaşanan tartışma farklı anlayışlara da zemin hazırlamaktadır. Sadece başını açmakla çağdaş, modern; sadece başörtüsü ile dindar olunduğuna dair yaygın bir kanaat var. İkisi de yüzeysel, ikisi de ahlak ve irfandan yoksun, ikisi de ahlaksız. Biri modernliği, diğeri dini araçsallaştırıyor.
Dinin araçsallaştırılması, dinin özüne değil yaşanmış toplumsallığa aittir. Çoğu insan dini temsil edenlerin toplumsal katmanlardaki davranışlarını temel alarak eleştirilerini yapmaktadır. Bu bakımdan yapılan eleştirilerde dini kaynaklar ve yazılan metinler değil, yaşanan pratik etkili olmaktadır.
Kuran ve Sünnet pratiğinde dikey olarak Allah ile ilişkili amellerin ( namaz, oruç, hac, ) yapılıp yapılmamasının maddi bir cezası yoktur. Ceza ahirettedir. Hem dikey olarak Allah, hem de yatay olarak toplumla ilgili olanlarda ise Kur’an’ da cezalar vardır. Yalan, iftira, yalancı şahitlik, zina vs. Birinci tür ile ikinci tür takva ile birbirine bağlanmıştır.
Siyaset, Müslümanların ilgisiz kalması gereken bir alan değildir (Müslümanın varlık aleminde ilgisiz kalacağı hiçbir alan yoktur.)
Karşı çıkılması gereken siyasetle ilgilenmek değil, siyasal faaliyetlerde dinin istismarının engellenmesidir. Her Müslüman dinin ahlakı ilkelerini hayata ve onun önemli bir alanı olan siyasete taşımakla yükümlüdür.
Yapılacak olan dini siyasal alanın dışına taşımak değil, dinin istismarına karşı çıkmaktır.
Öte yandan din konusunda kimin samimi kimin ise istismar ettiğini belirlemek o kadar kolay değildir. Allah rızası için siyaset yapan ile Allah’ın bir iktidar aracı olarak kullananın yaptığı eylem aynıdır aslında. Geriye kalan samimiyettir. Sahih bir dindar ile dini araçsallaştıran bir münafık, formel ibadetler bakımından birbirinden ayrılamazlar. Hatta münafık, yakalanma korkusu yaşadığından ibadetin fıkhi boyutuna son derece dikkat etmektedir. Onları birbirinden ayıran takvadır.
Kural ( form) ve içerik ( ahlak ) arasında bir denge kurmak gerekir. İslam inancında ilki fıkıh, ikincisi irfan’dır ( tasavvuf).Kuralsız ibadet olmayacağı gibi, ahlak ve içerikten yoksun ibadet de olamaz. Kuralsız ibadet anarşizme, ahlak ve irfandan yoksun ibadet gösterişçiliğe zemin hazırlar. Bu dengeyi kurmada yaşanacak din çarpık sonuçlar ve sorunlu dindar tipler yetecektir.
İslam tarihinde ahlak ve irfan denildiğinde akla gelen ilk alan tasavvuftur. Tasavvuf düşüncesinde ortaya çıkan çarpıklıklara karşı çıkarken, İslam’ın ahlak ve irfan boyutunu tahrip etmemek gerekir. Zira ahlak ve irfana dayanmayan ibadetin ve eylemin gösterişten öte bir değeri yoktur.
Gösteri ve gösteriş çağında yaşıyoruz. Maalesef ilişkilerimiz kısa süreli ve menfaat üzerine kurulu. Sizin için, sizin canınız yanmasın diye ayağını yılanın deliğine sokacak dostlarınız yoksa, dostluğun anlamını anlamanız mümkün değildir.