Yusuf Yavuzyılmaz Yazdı: Mihne ve Özgürlük

17.04.2023

Tarih boyunca siyasal iktidar ile ilim sahiplerinin ilişkisi sorunlu bir seyir takip etmiştir. Bu sorunlu tarihin anahtar kavramı mihnedir.

            “Sözlükte ‘sorguya çekmek, çetin imtihana tabi tutmak, eziyet etmek’ manalarındaki mahn kökünden türeyen mihne “sorguya çekip eziyete maruz bırakma” demektir. Abbasî halifeleri devrinde bazı muhafazakâr âlimlerin sorguya çekilmesi ve bir kısmına eziyet edilmesine ilişkin olaylarla yönetimin bu tutumu mihne diye anılmıştır. Mihne olayı Abbasi halifelerinden Me’mun tarafından başlatılmıştır. Me’mun, 218 (833) yılı baharında Bağdat Valisi İshak b. İbrahim’e yazdığı ilk mektubunda kadıları ve Abdurrahman b. Yunus, Yahya b. Main, Züheyr b. Harb gibi önde gelen hadis âlimlerini, ilk defa Dımaşk’ta Ca‘d b. Dirhem tarafından ortaya atılan Kur’an’ın yaratılmışlığı (halku’l-Kur’an) konusunda sorguya çekmesini, beyan ettikleri görüşleri kendisine bildirmesini, ayrıca Kur’an’ın mahlûk olduğunu benimsemeyenlere resmî görev verilmemesini ve şahitliklerinin kabul edilmemesini istemiştir.”(1)

            Mihne, Me’mun’un dönemini kapsayan ve ölümünün ardından bir süre daha devam eden, Kur’an’ın yaratılmış olduğunu kabul etmeyen alim ve zümreler üzerine yönelir. Bu süreçte hedef alınan Ahmed b. Hanbel’in öncülüğünü yaptığı “Ehl-i Hadis” hareketidir.

            Ancak bir süre sonra siyasal iktidarda Mutezili eğilimin yerini Ehl-i Hadise yakın isimlerin almasından sonra bu sefer mihne başka gruplara yönelmiştir. Bu grupların başında ise sufiler gelmektedir. İlginç olan nokta, kader tartışmalarında son derece özgürlükçü bir çizgi izleyen Mutezilenin iktidar olduğunda karşı gruplara karşı takındığı dışlayıcı ve otoriter tavırdır.

            Burada çok dikkat çeken nokta kendileri mihneye uğramış olan Ahmed b. Hanbel ve taraftarlarının karşı mihne başlatmış olmalarıdır. Mihne uygulamasına tabi olan ve büyük eziyet çekmiş olanların, iktidara geldiklerinde, kendi durumlarını unutarak aynı süreci başkalarına karşı uygulamaları, devletin resmi bir mezhebi kabul etmesinin sakıncalarını da ortaya koymaktadır.         

            İslam tarihinde yaşanan Mihne olaylarının bir taraftan özgürlük, diğer taraftan bir mezhebin iktidar olduğunda yaşanacak hukuk ihlalleri ile ilgilidir.

“İnsanlık tarihi boyunca, genelde din, özelde mezhep mensupları ile iktidar sahipleri arasında kimi zaman çıkar çatışmaları ve güç mücadeleleri yaşanmış; kimi zaman da taraflar birbirinin konumundan ve gücünden yararlanmak için karşılıklı ilişki içine girmiştir. Bu manada, iktidarı elinde tutan taraf, genellikle kendi mezhebini himaye etmeye ve hatta devletin resmi ideolojisi haline getirmeye çalışmıştır. ” (2)

                Mihne süreci, resmi mezhep uygulamasının, bir mezhebi siyasallaşması ile sonuçlandığını ve iktidar gücüne yaslanarak muhaliflerini yok etmek istediğini göstermektedir. Özellikle Me’mun döneminde mihne sistematik olarak devlet tarafından kullanılmıştır.

            Tarihsel süreçte mihne yön ve içeriğinin değişmesine karşın, resmi din yorumunun dışında kalan gruplara karşı etkin olarak kullanılan bir silah olmuştur. Mihneye maruz kalan gruplar zındık, küfür, inkar ve bidat ehli olmakla suçlanmış ve ötekileştirilmiştir.

            Mihnenin başlangıcı Mutezilenin Ahmet b. Hanbel taraftarlarına uyguladığı mihne ve bir süre sonra mihneye maruz kalan Ahmed b. Hanbel taraftarlarının uyguladığı karşı mihnedir. Bu noktada önemli olan siyasal iktidarın desteğini alan anlayışın, devlet gücüyle muhaliflerini sindirmesidir.

            Tarih boyunca hemen hemen her devlet, kabul ettiği din anlayışını arkasına alarak, bu din anlayışlarını kabul etmeyenlere mihne uygulamasına sıklıkla başvurmuştur. Bu durum bize devletle eklemlenmiş ve resmi konuma yükselmiş anlayışların ne kadar sağlıksız olduğunu göstermektedir.   Burada önemli olan nokta, devlet gücünü arkasına alarak muhaliflerin yok edilmesinin kurumsallaşmasıdır.

            Bir mezhebin siyasette etkin hale gelmesi bazı aşamalardan geçerek gerçekleşmektedir. “Üç aşamalı bir plan bu isteği hayata geçirmiş; birinci aşamada Mutezili alimlerin halifenin ilim meclislerine katılmaları, ikinci aşamada iktidara elitlerine yakın durarak yönetimi etkilemeleri sağlanmıştır. Üçüncü aşamada ise ilim meclislerinde tartışılan konular Mutezilenin öncülük ve sorumluluğunda mihne konusu haline getirilmiştir.”(3) Burada önemli olan nokta, dini anlayışın siyasal iktidarın desteğini arkasına almasıdır. Çünkü her mihne uygulaması güç sahibi olmayı ve gücü kullanmayı gerektirmektedir. En büyük örgütlü güç devlet olduğundan mihne devlet gücüne ihtiyaç duymaktadır.

            Her siyasal iktidar, iktidarını sürdürmek ve ideolojisini yerleştirmek için dini anlayışa ihtiyaç duyar. Bu durum onu zorunlu olarak taraf olmaya zorlar. Bu nedenle etkili alimleri devlet bürokrasisinde görevlendirerek, toplumda kendi uygulamalarına dönük muhalefetin etkisini kırmak ister. Bu teklifi kabul eden alimler, büyük ikramlara kavuşmuş, kabul etmeyenler ise çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Siyasal iktidarın sunduğu imkanları kabul eden alimler, onun yaptığı uygulamaları meşrulaştırmak için fetva vermek zorunda kalmışlardır. Din ve siyaset ilişkilerinde en yozlaştırıcı etken bu olmuştur. Gerçek ile makam, güç ve para arasında kalan alimlerin bir bölümü devlete eklemlenerek ilmin onurundan feragat etmek zorunda kalmışlardır.

            Siyasal mihneye maruz kalan muhalif görüşler farklı tavırlar benimsemişlerdir. Bir kısmı, devlete eklemlenerek mücadeleden vazgeçmiş, bir kısmı her türlü baskıya karşı durarak işkencelere maruz kalmış, bir bölümü öldürülmüş, bir kısmı gizliliği tercih etmiş, bir bölümü de farklı bir dil kullanmaya çalışmıştır. Özellikle mihneye maruz kalan sufiler farklı bir dil geliştirecek bu süreci atlatmaya çalışmışlardır.

            Mutezilenin uyguladığı ilk mihnenin gerekçesi Kur’an’ın yaratılmış olduğuna karşı çıkan görüşlerdir. Ahmed b. Hanbel ve taraftarlarının uyguladığı karşı mihnenin gerekçesi ise sufilerdir. Bu süreçte sufiler, “ helalleri haram kılmak, cin ve şeytanlarla görüşmek, sıfatlar hakkında konuşmak, Allah’a aşık olmak, hulul ve ittihada inanmak, ilm-i hurufla meşgul olmak gibi konularda suçlanmıştır. Sufilerin bu konudaki itiraz ve açıklamaları her zaman dikkate alınmamıştır. Neticede birçok sufi yargılanmış, tutuklanmış, hapsedilmiş, vahşi hayvanların önüne atılmıştır. Bazıları da idam edilmiştir.”(4)

            Diyanet İşleri Başkanlığının bazı mealleri yasaklama girişimi de mihnenin zamanımızdaki uzantısıdır. Aynı şekilde yurt dışına kaçmak zorunda bırakılanlar da mihneye tabi tutulmuştur.

            Devlet gücünü arkasına alarak, muhalif anlayışları sindirmeye çalışan anlayışlara karşı direnmek ve mücadele etmek gerekmektedir. Ebu Hanife’nin ilmin onurunu koruyan tavrı bütün alimler için örneklik oluşturmaktadır.

            Öte yandan Gazali, ilmi siyasetin hizmetine vererek siyasal iktidarın muhaliflerini susturmasına zemin hazırlamıştır. Bu tavır, Selçuklular döneminde kurumsallaşmış, Osmanlılar döneminde devam etmiştir. Bu uygulama, Türkiye cumhuriyetinde din -siyaset ilişkilerine de zemin oluşturmuştur.

  1. Hayrettin Yücesoy, TDV İslam Ansiklopedisi, 30. cildinde, 26-28 numaralı sayfalarda yer almıştır.
  2. Himmet Konur, Mihne/ Sufilerin Zulümle İmtihanı, Ketebe yayınları, s: 27.
  3. Himmet Konur, Mihne/ Sufilerin Zulümle İmtihanı, Ketebe yayınları, s: 26.
  4. Himmet Konur, Mihne/ Sufilerin Zulümle İmtihanı, Ketebe yayınları, s: 123-124.

Yusuf Yavuzyılmaz’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.