Yusuf Yavuzyılmaz Yazdı: Otoriterliğin Psikolojik Kaynağı Olarak Nefs

12.02.2024

“Yetmişli yılların sonlarıyla seksenli yılların başlarına damgasını vuran silahlı çatışma döneminde ana hatlarıyla tarafların biri kolektivist- milliyetçi iken, diğer taraf kolektivist-solcudur. Günümüzde çatışma bir yanda kolektivist-milliyetçi – laiklerle kolektivist-dindarlar arasında, diğer yanda bu kesimlerle kolektivist-Kürt ayrılıkçı güçler arasında cereyan etmektedir. Kültürel bir yönelim olarak kolektivizmin bu çok farklı toplumsal veya siyasal odakların üzerinde bu ölçüde etkili olması, heterojen bir toplumsal yapısı olan toplumlarda kültürün dayanışmanın temeli olmak bir yana, kendi başına ne kadar çatışma üretebileceğine işaret etmektedir.”

( Murat Önderman, Türkiye’de Paranoid Ethos, vb. yayınları, s: 19)

 

Türkiye siyasetine sosyal paranoya hali hakim. Sosyal paranoya, kendi cemaatinden başkasını kuşku ile tanımladığından, muhalifler için “hain” sözcüğü çok kolay kullanılıyor.

            İslam Tarihinde Muaviye – Yezit çizgisi diye bir olgu var. Bu olgunun bize bıraktığı en kötü miras, şura ve meşvereti terk ederek yerine bir yönetici ve onun her hareketinde bir hikmet arayan halk tabakasının varlığını kurumsallaştırılan siyasal sistemdir.

            Öyle görülüyor ki, bu durum, hükmetme duygusunun üstesinden gelemeyişimizden, siyasallığı kurallara bağlayamamızdan kaynaklanmaktadır. Nefsimizin düşüncemize egemenliği, herkesi bizim gibi düşünmeye zorlamakla sonuçlanıyor. Esasen toplumsal otoriterizmin kaynağı da, bir türlü baş edemediğimiz nefsin hükmetme duygusuyla alakalıdır. Bunun üstesinden ancak ahlak ve hukukla gelebiliriz. Otoriter yönetimler bunu bildiği için yeni bir ahlak türetirler. Otoriter ahlakın kaynağı, itaat kültürü ve bunu meşrulayan yasallıktır. Otoriter yönetimlerin hoşlanmadığı ise çoğulculuk, ahlak, eleştirellik ve hukuktur. Çünkü bu ilkeler insanın keyfi iktidar uygulamalarına izin vermezler.

            İnsan nefsinin egemenliğini aşarak, görüş ve düşüncelerinin, tahminlerinin, yorumlarının tamamının hataya açık olduğunu kabul etmelidir. Yapabildiği ölçüde mutlaklıktan uzak durmaya çalışmalıdır. Tarihsel deneyimler, çoğunluğun da zaman zaman yanıldığını göstermiştir. Özellikle toplumsal konularda yanılma payını hep göz önünde tutmak gerekir. Dolayısıyla yapılan yorumlar, kişinin bilgi, birikim ve anlayış seviyesiyle orantılıdır ve hiç kuşkusuz yanlış ihtimali olan doğrulardır.

Her insan, konumu bilgisi, birikimi ne olursa olsun eleştiriye açık olmalıdır. Başkalarının düşüncelerinden yararlanmalı, önyargılı olmamalıdır. Öte yandan, düşünce üretmek yerine slogan atan parti, örgüt, cemaat militanlarından, önüne geleni tekfir eden Haricilik uzantılarından, eleştiri küfür etmekle karıştıran ahlak yoksunlarından uzak durmak gerekir.

Nefsini ilah edinen, başkasının düşüncelerine önem vermeyen, salt kendini düşünen bir militana dönüşür. Bu yüzden, nefsini ilah edinen kimsenin ötekinden, farklı düşünce ve anlayışlardan yaralanma imkanı yoktur. Bu durum kişiyi otoriterliğin bireysel katmanı olan kibre götürür.

Militan, kendi düşüncelerini hakikatin merkezine koyan mutlakçı bir düşünceye sahiptir. Doğası gereği içtihat alanına ait, farklı yorumlara açık siyasi tercihleri itikat alanına taşımakta tereddüt etmez. Militan, hakikati kendi partisine, cemaatine, mezhebine indirgeyen bir kişiliğe sahiptir. Onun düşüncesini paylaşmayan herkes hain olarak kodlar.

Militan, Hariciliğin çağdaş versiyonudur. Ayetleri düşmanı gördüğü muhaliflerini yok edecek kılıç gibi kullanır. Bağlamdan, mekasıttan haberi yoktur. Hariciler, sadece kendileri gibi düşünmediği ve farklı içtihat yaptığı için Hz. Ali’yi kâfir ilan etmiştir.

Militan taraftarıdır, anlamaya çalışmaz, yargılar, suçlar, hakaret eder, eleştiriye tahammülsüzdür; alim ve irfan sahibi hak ehli ise anlama çalışır, sorgular, eleştiri ahlakına uyar, muhatabının gönlünü incitmemeye çalışır.

Herhangi bir siyasal anlayışın kendisiyle aynı dünya görüşünü paylaşmayan, benzer ideolojik kaygılardan hareket etmeyen başka siyasal anlayışlarla iyilik, adalet ve hukuk temelinde ortak zeminlerde buluşmasında yadırganacak bir durum yoktur.

İslam tarihinde bu yaklaşımın çok sayıda tarihsel örneği bulunmaktadır. Hz. Muhammed’in daha risalet görevini üstlenmediği zamanlardan, risalet görevini üstlendiği zamanlara kadar devam etmiştir bu süreç. Adalet ve erdem temelinde bir toplumsal sorunu önlemeye dönük örgütlenme biçimine Hz. Peygamber hayatının hiçbir döneminde kayıtsız kalmamıştır.

“Çağdaş insanın her şeyi anlamış olduğu inancı, onun yetersizliğinin en büyük göstergesidir. Onun bilgeliği, bilgisinin ve fark etmediği, daha doğru bir ifadeyle, bilgi olarak gördüğü bilgisizliğinin toplamından ibarettir. En büyük sır karşısında dahi kendinden emin ve kibirli davranmaktadır. O, muammayı görememektedir, bilgisizliğinin ve önyargılarının devasa boyutu tam da burada ortaya çıkmaktadır.” (Aliya İzzetbegoviç, Doğu Batı Arasında İslam, s. 70)

            Bir kez daha ifade etmek gerekir ki, konumu, bilgisi ve birikimi ne olursa olsun alimlerin savunduğu düşünceler mutlak doğrular değildir. Bundan dolayı başka kişilerin düşünceleri eleştirebilir karşı fikirler ileri sürülebilir. Yapılmaması gereken muhatabına hakaret etmek ve eleştiri ahlakına uymayan bir dil kullanmaktır. “Her tür eleştiriye evet, hakaret ve tekfire hayır” ilkesinin ön plana çıktığı bir noktada durmak gerekir.

            Ne yazık ki dindarlar özeleştiri kabiliyetini büyük ölçüde yitirdiler. İçinde bulundukları olumsuz durumun nedenini hep dışarıda arıyorlar. En küçük özeleştiri çağrısına bile tepki gösteriyorlar. Yaşanan yozlaşmayı görmüyor, görmek istemiyorlar.

            Şikayet ettikleri yozlaşmanın nedeninin kendileri olduğunu kabullenmek istemiyorlar. “Bir toplum kendini değiştirmez ise Allah’ın onları değiştirmeyeceği” gerçeğiyle yüzleşmek istemiyorlar. Ahlaklı, dürüst, adil olamadıklarını kabullenemiyorlar. Her tür olumsuzluğu olmadık tevillerle meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Dini forma, kurala, görünüşe indirgeyerek ahlakı, içeriği, irfanı görmezden geliyorlar. Dini, kendi menfaatleri için istismar edip araçsallaştırıyorlar. Davranış ve tutumlarıyla gençlere örnek olamıyorlar. Her tür kötülüğü namaz kılıp oruç tuttuğu halde onların gözü önünde yapıyorlar. Bu durum onların gözünde ibadetlerinizin değeri azaltıyor, dine olan kayıtsızlığı artırıyor. Çünkü bismillah diyerek adam kayırıyor, yalan söylüyor, ahlaksızlık yapıyorsunuz. Suçu dışarda aramamak gerekir. Rahmetli Şeriati’nin dediği gibi,

“Anne Baba biz suçluyuz”

            Sizin gibi düşünmeyen, inanmayan, aynı siyasal görüşleri paylaşmayan insanlara adil olamıyorsanız, iyi bir Müslüman olamazsınız. Siyasal aidiyetiniz adalet duygunuzun önüne geçerse, iyi bir parti militanı olabilirsiniz, ancak adil bir insan olamazsınız.

 

Yusuf Yavuzyılmaz’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.