Yusuf Yavuzyılmaz Yazdı: Talibanizm

28.08.2021

Hiç kuşku yok ki, Taliban İslami kaynaklardan ve onların yorumlarından besleniyor. Eserci, literal, zahiri bir fikir zemini var. Bu anlamda İslami bir geleneğe yaslandığını kabul etmek gerekir. Bu geleneğin zamanımızda ne ifade ettiği konusu tartışılabilir elbette. Ancak Taliban’ı İslami geleneği paranteze alarak anlamlandıramayız.

            Öte yandan Taliban hareketi sadece dini anlamda değerlendirilebilecek bir hareket değil. Hareketin arkasındaki, onu meydana getiren çok sayıda etkenin olduğunu bilmek gerekir. Afganistan’ın önce Sovyetler Birliği, sonra Amerika tarafından fiilen işgaline duyulan öfke, Afganistan yönetiminin ve bölge ülkelerinin işgali önlemedeki başarısızlığı, kabile bilincinin canlılığı kitleleri yeni olan bu hareketin peşine takmıştır.

            Talibanizm, siyasal sistemi ele geçirerek toplumu belli bir yaşam tarzı doğrultusunda yönlendirmeyi amaçlayan siyasal bir projedir. Bu siyasal proje Emeviler’den bu yana izlenen genel siyaset çizgisi ile uyumludur. Taliban, siyasal anlamda geleneksel Hilafet siyasetini temel alan, dini anlayış anlamında Hanefi/Eşari geleneğine yaslanan bir fikir zemininden besleniyor. Ne yazık ki, bu zihin yapısı “Medine Vesikası” modelinin çoğulcu ve müzakereci anlayışının çok uzağında bulunuyor.

            Siyasal bir yönetim modeli olarak Taliban eşleştirirleri de sağlıklı bir zemine oturmuyor. Devletin bir yaşam tarzı dayatmasına taraftar olan ve destekleyen her zihin Taliban ile akrabadır. Talibanizm, devletin ideolojik görüşünü herkese kanun yoluyla zorla uygulamaktır. Talibanizm ile mücadele salt siyasal bir söylem ile değil, özgürlük, çoğulculuk, hukuk ve adalet yoluyla olur.

            Öyle görülüyor ki, bölgede geçerli bütün siyasal sistemlerin Taliban ile yöntem bakımından farkı yok; fark büyük ölçüde içerikten kaynaklanıyor.

            Taliban zihniyeti ile Ülkemizdeki anlayışın ortak yönlerini de görmek gerekir. Talibanizm, bir devlet sisteminde bir giyiniş tarzını kabul edip diğerlerini yok saymaktır. Okullarda burkayı şart koşan bir yönetim ile okullarda başörtülü kızların okumasına izin vermeyen zihniyet arasında ne fark var? Türkiye’de 28 Şubat’ta iyice gün yüzüne çıkan, Talibanizm, o zamana kadar, bütün öğretim kademelerinde çağdaşlık adı altında uygulandı. Talibanizm, devlet eliyle bir giyiniş tarzını dayatmaktır. İster laiklik adına ister din adına olsun bir şey değişmez. Okullarda tek tip formayı savunan herkesin zihninde Taliban’ın izi vardır. 28 Şubat’ın uygulayıcısı olan Talibanların, Taliban yönetimiyle yöntem olarak farkı yok; fark sahip oldukları ideolojik tutumlardadır.

            O yüzden Türkiye’deki laikçi ulusalcıların yöntem bakımından özdeş oldukları Taliban’ı eleştirmeleri samimi ve dürüst değildir.

            Okulların açılması sürecinde yaşanan forma tartışmaları da, Taliban anlayışı ile ortaktır.  Hangi gerekçe ile olursa olsun okullarda tek tip forma uygulanması sorunludur. Devletin özel görevleri ( polis, asker, bekçi) hariç, forma giyilmesi talebi, çoğulculuğa, özgürlüğe ve toplumsal çeşitliliğe aykırı bir siyasal tutumdur.  

            Tek tip forma dayatmasının Talibanizm ile akraba olduğunu kabul etmek gerekir. Bu yüzden “herkes okula burka ile gelecek” düşüncesiyle, belirlenen şekli, biçimi, rengi ne olursa olsun herhangi bir formanın farkı yoktur. Bu iki tutum herkesi tek tipleştirmeye dönük bir yöntem bakımından akrabadır. Bu noktada ilkesel olan belirlenen tek tip formanın herkese dayatılmasının yanlışlığıdır.

            Türkiye’nin yaşadığı 28 Şubat süreci Talibanizm örneğidir. Bu sürecin halen toplumda önemli bir karşılığının olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Aslında Talibanizm, yıllardır İslam ülkelerinden uygulanan yönetim modelinin bir örneğidir.

            Taliban tarzı siyasal ve sosyal anlayış ile mücadelenin aynı yöntemi kullanmakla olmayacağı açıktır. Taliban türü yönetimin alternatifi, hukuk devleti, çoğulculuk ve müzakerece siyasettir. Taliban modeliyle ortaya çıkabilme potansiyeli olan ikinci bir Suudi Arabistan modelini kabul etmek İslam adına da olsa savunulamaz.

            Özellikle Sovyet İşgalinden sonra ortaya çıkan süreç, Afganistan cihadını büyük ölçüde etnisitenin yönlendirdiği gerçeğiydi. Bu gerçek Sovyetler Birliğine karşı mücadele edenlerin, Sovyetler çekildikten sonra iç mücadeleye girişmeleri ile iyice açığa çıkmıştır. Öyle görülüyor ki, Taliban’ın siyasal zihni de büyük ölçüde ulusal arka plana yaslanıyor. Oysa sorun büyük ölçüde ulus devlet paradigmasından kaynaklanıyor. Ortadoğu’da kurulan ulus devletlerin tarihi hep sorunludur. Çünkü ulus bilinci eninde sonunda bir ulusu yüceltmeyi, diğerlerini ikincil görmeyi dayatır. Cezayir’den Pakistan’da kasar kurulan bütün ulus devletlerin tarihi ne yazık ki kanlı bir geçmişe sahiptir.

            Yeni bir paradigma gerekiyor. Ulus devlet ve ulusalcılık bir vakıa olarak karşımızda duruyor. Ancak uygulamalar gösterdi ki, bu model insanların barış içinde yaşamasına yetmiyor. Bir anlamda Afganistan’da ki sorunun temelinde etnik bağlılık yatıyor. Mücahitlerin bağlı oldukları etnik grupların, Sovyet işgalinin sona ermesinden sonra hakimiyet mücadelesine başlaması etnisitenin gücünü gösteriyor. Bu mücadele sonucunda uzun yıllar kanlı bir süreç yaşandı.

Taliban’ın dayandığı etnik aidiyet ne yazık ki belirleyici ve yönlendirici bir unsur olarak karşımızda duruyor.

            Ulusal mücadelelerin belirli ölçüde emperyalizm karşıtı olduğu söylenebilir. Bu tümüyle doğru ise şu soru anlamlıdır: “Gerçekten ulus devletler sömürgecilik karşıtı ise Batı sömürgeci güçler neden ulus devletlerin önünü açtılar?” Ulusal bilinç ve ulusalcılık miti, Taliban gibi mücadele yürüten örgütlerin ideolojisinde halen etkin ne yazık ki. Sorun belki de “Kölelerin birincil amacı köleliği ortadan kaldırmak değil, köle sahibi olmaktır” anlayışının yönlendirdiği siyasal anlayıştır.

            Taliban etrafında dönem tartışmalar diğer yandan İslam-siyaset ilişkilerini de yeniden tartışmayı gerektirir. Cabiri’nin isabetle belirttiği gibi, İslam siyaset düşüncesi, “kim yönetecek, ne adına yönetecek, görev süresi ne olacak ve nasıl denetlenecek?” sorularına cevap üretecek yeni bir siyasal paradigmaya ihtiyacı vardır. Geleneksel olarak üretilen Sünni Hilafet/Saltanat Modeli ile Şii İmamet Modelinin günümüz siyasal ihtiyacını karşılayamayacağı açıktır.

            Taliban tartışmaları önümüze şu soruyu bıraktı: “İslam siyaset modelinin çerçevesini çizen kurallar nelerdir?”

Yusuf Yavuzyılmaz’ın Tüm Yazıları

 

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir