23.01.2022
Türkiye’de felsefeye karşı tutumun tarihsel, kültürel ve dini nedenleri bulunmaktadır. Temeli Gazali ile İbn Rüşt arasındaki tartışmaya dayanan ve Gazali sonrasında büyük ölçüde Gazali çizgisinin hâkim olmasıyla sonuçlanan felsefe karşıtlığı ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet sonrasında ise felsefe karşıtlığı büyük ölçüde Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’deki hâkim pozitivist-materyalist anlayışa tepki ile şekillenmiştir.
Batılılaşmanın aktif olarak başladığı Tanzimat Döneminde, Türk düşüncesi Batı ile daha çok etkileşim içine girmiştir. Buna karşılık medrese geleneğinde Gazali düşüncesinin etkisi ve ağırlığı devam etmektedir. Tanzimat döneminin en belirgin özelliği, tarihsel ve aktüel karşılaşılan sorunların İslami paradigma içinde çözülemeyeceği, bundan dolayı dışarıdan bir çözüm üretmenin doğru olacağı anlayışıydı.
Tanzimat Döneminden itibaren felsefi fikirler, daha çok edebiyat çevrelerinde yürütülmüştür. Bu dönemde felsefeye de ilgi duyan yazarlar arasında Şinasi, Münif Paşa, Ali Suavi, Ahmet Mithat, Beşir Fuat, Ahmet Şuayp gibi isimleri sayabiliriz.
- Meşrutiyet Döneminde felsefe daha çok edebiyat dergileri aracılığı ile varlığını sürdürmüştür. Bu dergiler arasında Servet-i Fünun (Edebiyat-ı Cedide), Fecr-i Ati ve Genç Kalemler sayabiliriz. Edebiyat-ı Cedide Dergisi, realist, natüralist ve sosyalist düşünceyi savunan, Tevfik Fikret, Halit Ziya, Hüseyin Cahit Yalçın, Mehmet Rauf gibi isimlerin yazdığı bir dergidir. Fecr-i Ati dergisinde ise, Hamdullah Suphi, Şehabettin Süleyman, Ali Canip, Yakup Kadri ve Ahmet Haşim gibi isimleri görüyoruz. Daha çok edebiyat içinde kalmak isteyen topluluk şiirde sembolizmi izler. Genç Kalemler Dergisinin savunduğu Milli Edebiyat yaklaşımı Fecr-i Ati’yi kısa sürede bitirir. Diğer bir dergi olan Genç Kalemler ise milliyetçi düşüncenin ve milli edebiyatın öne çıktığı bir dergidir. Bu derginin öne çıkan yazarları arasında Ömer Seyfettin ve Ali Canip’i sayabiliriz.
Tanzimat sonrasında canlanan ilim ve felsefe hayatında ilk ortaya çıkan felsefi dergiler şunlardır:
1- Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası: Bu derginin en önemli yazarlarından olan Ahmet Şuayp’ın biyolojik- sosyolojik evrimci düşünceleri savunması derginin yönü hakkında fikir vermektedir.
2- Felsefe Mecmuası: Ali Fuat ve Baha Tevfik’in yazar olarak görev yaptığı dergi evrimci – materyalist- bilimsel bir felsefeyi temel almaktadır.
3- Yeni Felsefe Mecmuası: M. Zekeriya ve Ahmet Hamdi gibi isimlerin yazdığı dergi, Türkçülük- milliyetçilik fikrini savunur.
4- Ceride-i Felsefe Dergisi: Marksist-materyalist bir felsefeyi temel alır. Derginin yazarlarında Bahor İsrael, Kapital’den çeviriler yapar.
Meşrutiyet Döneminde ise Darülfünun felsefe eğitiminde önemli bir yer tutar. Darülfünun’da Hüseyinzade ve Yusuf Akçura’nın savunduğu Türkçülük; Mustafa Şekip Tunç’un savunduğu Bergsonculuk; Ömer Seyfettin’in içinde bulunduğu Genç Kalemler ve savunduğu milliyetçilik etkin akımlar olarak öne çıkar. Bu dönemde Baha Tevfik, evrimci- materyalist -bilimsel; Ahmet Hilmi, vahdet-i vücut; Rıza Tevfik, Evrimci- pragmatist- materyalist; Ziya Gökalp, Durkheimci pozitivist sosyolojinin temsilcileri olmuştur.
Cumhuriyet Döneminde ise öne çıkan felsefi dergiler şunlardır:
1-Dergâh Mecmuası: Mustafa Şekip Tunç, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in yazdığı dergi muhafazakâr- sezgici bir anlayışı savunur. Felsefi yönü daha ağır basan Mustafa Şekip Tunç, Bergsoncu sezgiciliğin en önemli temsilcidir.
2- Aydınlık Dergisi: Nazım Hikmet, Sadrettin Celal ve Şefik Hüsnü’nün yazdığı dergi, toplumcu sosyalist felsefeyi savunur.
3- Yeni Fikir Mecmuası: Naci Fikret ve Namdar Rahmi Karatay gibi isimlerin yazdığı dergi, enerjetizm felsefesini temel alır. Enerjetizm, Oswalt’ın bilimsel gelişmelerin felsefeye yansıtılmasını temel alan bir öğretidir.
Cumhuriyet Döneminde İslam düşüncesi ile ilgilenen ve bu düşünceyi gündeme taşıyan isimler arasında İzmirli İsmail Hakkı, Babanzade Ahmet Naim, Elmalılı Hamdi Yazır, Mehmet Ali Ayni, Mehmet Emin Erişirgil, Mustafa Şekip Tunç, Mehmet İzzet gibi isimlerden söz edebiliriz.
Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemlerinde en etkili felsefi akım pozitivizm olmuştur. Pozitivizm, Fransız filozof Auguste Comte’un kurduğu bir felsefi sistemdir. Bu anlayışa göre tarih Teolojik, Metafizik dönemlerden geçerek pozitif döneme varmıştır. Dinin ve metafizik öğretilerin egemen olduğu teolojik ve metafizik dönem geride kalmıştır. Bugün gelinen aşama bilimin egemen olduğu pozitif aşamadır. Pozitif aşamada bilim tüm sorunları akıl çerçevesinde çözeceğinden, korkudan kaynaklanan din ve metafizik öğretiler ortadan kalkacaktır. Bir anlamda bilim dinin de yerini alacaktır.
Pozitivist felsefe, Fikret Tevfik’in içinde bulunduğu Servet-i Fünun; Rıza Tevfik ve Mehmet Cemal’in içinde bulunduğu, Comte ve Le Play düşüncesini izleyen “Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası”; Ziya Gökalp ve Necmeddin Sadak’ın yazdığı ve Durkheim sosyolojisini izleyen “İçtimaiyat” Mecmuası üzerinden ülkemize girmiştir.
Türkiye’de pozitivizmin etkisinde kalan fikir adamları şunlardır: Beşir Fuat, Ahmet Rıza, Salim Zeki, Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Şuayp, Ziya Gökalp. Bu isimler Pozitivist felsefenin savunucuları olan Auguste Comte, Spencer, Taine, Floubert ve Durkheim gibi isimlerin düşüncelerini izlemiş ve savunmuşlardır.
Baha Tevfik, felsefeye geleceğin bilimi olarak bakan anlayışı ile Ahmet Şuayp’ın felsefeyi bilim merkezli bir düşünce etkinliği olarak gören düşünceleri pozitivist felsefenin en önemli yansımalarıdır.
Modern Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda liderlik yapan Mustafa Kemal Paşa’nın zihin dünyası da pozitivizme yatkındır. Mustafa Kemal Paşa’nın düşüncelerini yansıtan ancak Tevfik Fikret’e ait olan “Hayatta en hakiki mürşid ilimdir, fendir” sözü pozitivist anlayışın etkisini göstermektedir.
Cumhuriyet sonrası felsefe büyük ölçüde Hitler dönemde Almanya’dan Türkiye’ye iltica eden felsefecilerin düşünceleri etrafında şekillenmiştir. Bu düşünürler Auguste Comte’un düşüncelerini izleyen ve Yeni Pozitivistler(Viyana Çevresi Filozofları) olarak bilinirler.
Genellikle üniversite çevrelerinde hâkim olan Türkiye’de felsefe üzerine şu notları düşebiliriz:
1- Takiyettin Mengüşoğlu, Bedia Akarsu, Orhan Hançerlioğlu ve Macit Gökberk, felsefe deyince sadece pozitivist Batı felsefesini anlayan bir zihniyete sahiptir.
2- Pozitivizmin etkisinden bir nebze kurtularak kendine özgü seküler bir felsefe oluşturmaya çalışan Nermi Uygur son tahlilde aydınlanmacı bir felsefecidir.
3- Özellikle Cumhuriyet modernleşmesinde etkili olan bu isimler için İslam felsefesi mümkün değildir. Bedia Akarsu bir dersinde Allah ve Peygamber’den söz eden bir öğrencisine , “ben Allah ve Peygamberinden söz edilen yerde felsefe dersi vermem” demiştir.
4- Özellikle cumhuriyet modernleşmesi döneminde dindar muhafazakârların felsefeye karşı çıkan tasavvurlarının altında bu felsefecilerin materyalist-pozitivist felsefenin dışında bir anlayışa üniversitelerde yer vermemesi de bir etkendir.
5- İslam düşüncesini öne çıkaran Nurettin Topçu, bu hâkim zihniyet yüzünden üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Nihat Keklik, pozitivist -materyalist felsefenin egemen olduğu İstanbul Üniversitesinde bir İslam felsefesi kürsüsü açmak mücadelesi son derece önemlidir.
İslam felsefesinin olamayacağı konusundaki tartışmalar, felsefenin yalnızca Yunan ve Batı formu ile yapılabileceğine dair kompleksli bir tavırdır. M. Gökberk, B. Akarsu, İ. Kurucardi, T. Mengüşöğlu ve Nusret Hızır bu tutumun en bariz örnekleridir.
1980’lerin ardından İslamcı aydınların çalışmaları ve yapılan çeviriler felsefeye karşı olan iklimi önemli ölçüde değiştirmiştir.
Yaşanan felsefi tartışmaların bize gösterdiği en önemli gerçek şu: Türkiye zihinsel olarak bölünmüş bir ülkedir. “Türkiye nedir?” sorusuna vereceğimiz ortak bir cevap olmaması dolayısıyladır bu. Gerçekten Türkiye nedir: Laik, çağdaş, modern bir ülke mi, dindar muhafazakâr bir ülke mi; ırkçı, faşist bir ülke mi; sivil toplum alanı daralmış militarist bir ülke mi?
İşin garip tarafı Türkiye dindar siyasetçiler eliyle kendine özgü bir çağdaşlaşma modelinin üzerinde yürüyor. En çarpıcı olan ise ulusalcı-laik elitlerinin, bir zamanlar hedefledikleri çağdaşlaşma amaçlarının önüne engel olarak dikilmeleri. Çünkü onların anladığı Batı değişmişti. Onların zihnindeki Batı, milliyetçi, otoriter, çoğulculuğa kapalı; İtalyan ve Almanya faşizminin ve askeri zihniyetin geçerli olduğu bir paradigmaydı. Batıcı, laik çağdaş ulusalcılarımız bir zamanlar demokratikleşmenin İslamcılık önünde bir engel olacağını düşünürken şimdi çağdaşlaşmanın ve demokratikleşmenin dindarlığı artıracağını düşünüyor. Hukuk devleti, özgürlük ve demokratik değerlere karşı “Andımız” savunuculuğu yapmak adalet arayışından değil, paradigmalarının iflasından duydukları öfkeden kaynaklanmaktadır.
Şerif Mardin’e göre sorunun kaynağı modernleşme politikalarının içeriği ve yöntemidir. “Modernleşmenin din karşıtı bir doğrultuda gitmesi bu sonu hazırladı. Aslına bakılırsa Cumhuriyet öğretmeninin din karşıtı bir yerde konumlanmasıdır sorun. Kemalizm, kullandığı elitist dil dolayısıyla bir üst yapı projesi olarak kaldı. Pozitivist ve seküler dille başkası da olamazdı zaten. Said Nursi modern bilimi dışlamayan anlayışı dolayısıyla Halk ile Kemalizm’in kuramadığı iletişimi kurdu. Said Nursi’nin eserlerinin yeni Türkçeye tercüme edilmemesi kuşakları birbirine bağlayan önemli bir köprü oldu. Kemalistlerin zoruna gidecek ama bugün Türkiye’de Nutuk’u orijinalinden okuyabilecek yeterliliğine her nurcu sahiptir. Kemalizm’in en büyük trajedisi budur.”
Cumhuriyet modernleşmesinin hedeflediği pratik hayatı etkileyip yönlendirmeyen, dini sadece vicdan olarak algılayıp, pratik uygulamasını ortadan kaldırmaya çalışan seküler din anlayışı belli oranda toplumsal bir zemin bulmuş.
Kur’an’ı anlamaya dönük her çaba, aslında dini hayattan uzaklaştırmaya ve zihinsel bir inanış haline getirmek isteyen Cumhuriyet modernleşmesinin hedefine ve dinin temel değerlerini pratik hayatına indirmeden yaşayan ve bundan rahatsızlık duymayan seküler dindarlığa indirilmiş bir darbedir.
Kuran’ı ne demek istediğini, hayatı nasıl anlamlandığını, hangi değerleri öne çıkardığını düşünerek okumak gerek
Neo- pozitivist bilim algısı, bilimsel bilgiyi objektif ve tartışılmaz doğru sayar. Bilimsel bilgi ve onu üreten zihnin, onun bağlı olduğu inanç ve kültürden bağımsızdır. Bu yüzden hangi zihnin ürettiği önemli değildir. Bu anlayışın en büyük iddiası ise bilimin insanlığın tüm sorunlarını çözeceğine dair öngörüsüdür. Dolayısıyla insanlığa yol gösterici tek araç bilimdir. Kuşkusuz bu yaklaşım bize Türk modernleşmesinin bir mottosunu hatırlatır: “Hayatta en hakiki mürşit bilimdir, fendir.” Cumhuriyetin kurucu önderlerinin bilim anlayışı da çok büyük ölçüde pozitivist anlayıştan besleniyordu. Uzun yıllar Türkiye’deki felsefe eğitimi bu doğrultudadır. Çünkü çoğunluğu Alman olan bu felsefeciler (Hans Reichenbach gibi) Hitler’den kaçarak Türkiye’ye gelmişler ve felsefe eğitiminin temellerini atmışlardır. Bu felsefi anlayışa göre metafizik bilgi, bilimsel yöntemlerle doğrulanamadığı için bilim dışıdır. Dolayısıyla felsefenin de dışında kalmalıdır. Dine karşı keskin reddedici tavrın egemen olduğu felsefe eğitiminden geçen öğrencilerin çoğunlukla ateist olmaları normal görülmelidir.
Cumhuriyeti kuran kadroların zihinsel yapıları pozitivist bilim anlayışından beslenmesi, tüm eylemlerinde yol gösterici bir felsefe olmasını sağladı. Pozitivizme göre olguların bilimsel yöntemlerle elde edilen bilgisinin dışında hiçbir gerçeklik yoktur. Din, bilinmezliğin getirdiği korkunun doğurduğu yanlış bir inanıştır. Bilim ilerledikçe olaylar açıklanacak, insan korkularından sıyrılacak ve din toplumu ve insanı yönlendiren bir anlayış olmaktan çıkacaktır. Metafizik bütün bilgiler akıl dışı olduğu gibi vahiyle akıl dışıdır. Bilime aykırıdır. Bilim insanlığın karşılaştığı bütün sorunları gideceğinden dine ihtiyaç kalmayacaktır. Türkiye’de bu anlayışın fen birimlerindeki karşılığı Celal Şengör, sosyolojideki karşılığı Emre Kongar, felsefedeki karşılığı Macit Gökberk ve Cemal Yıldırım’dır. Bu nedenle dini toplumu yönlendiren bir bilgi olmaktan çıkarmak gerekir. Ne yazık ki, çoğu ilahiyatçının zihin yapısı da pozitivizmin baskısı altındadır.
Cumhuriyeti kuran elitlerin felsefi anlayışları ile halk katmanları arasındaki farklılık Türkiye’yi kültürel şizofrenik bir bölünmenin eşiğine getirmiştir.
Referanslar
- Felsefe Serüvenimiz, Rahmi Karakuş, Seyran Yayınları
- Türkiye’ye Pozitivizmin Girişi, Murtaza Korluelçi, İnsan Yayınları
- Türkiye’de Felsefe, Mehmet Vural, Elis Yayınları,
- Türkiye’de Klasik Materyalizm Eleştirileri, Mehmet Akgün, Elis Yayınları