27.02.2022
II. Abdülhamid döneminden beri Türk dış politikası denge üzerine kuruludur. Dünya konjonktürünü temel alan bu politika elbette eleştiriye açıktır. Bu durum aynı zamanda siyasal olarak dünya siyasetinde ağırlığını kaybetmiş bir konuma işaret ediyor. Şurası bir gerçek ki, İslam dünyası bedensel olarak zayıflamış, ancak zihinsel olarak kendini güçlü olarak konumlandıran bir psikoloji içinde yaşıyoruz. Bu güçlülük duygusu şimdilik duygusal bir sosyolojide besleniyor. Güçlülüğün göstergesi tarih olduğu için, karşılaştığımız her sorunda, sıklıkla tarihe kaçıyoruz.
Öte yandan emperyalizm konusunda bir kafa karışıklığı yaşanmaktadır. Emperyalizm karşıtlığı tutarlı olmalıdır. Emperyalin Amerika veya Rusya fark etmez. Bir ülkenin bağımsız diğer ülkeye operasyon yaparak işgal etmeyi amaçlaması emperyalizmdir. Rusya’nın Ukrayna işgali bir emperyalist faaliyettir ve reddedilmelidir.
Ukrayna’nın işgal girişiminin arka planında Putinizmin otoriter siyaseti yer alıyor. Bu siyaset biçiminin örnek oluşturması ve yaygınlaşması önemli bir sorundur.
Putinizm, dünyanın gelişen demokrasileri için kötü bir örnektir. Merkeziyetçi, muhalefeti yok sayan, otoriter, baskıcı, insan haklarını ve hukuku önemsemeyen yönetim biçimi bir tercih olmaktan çıkmalı. Rusya’nın kazanması, iktidar modeline de moral kaynağı olacağından, mutlaka engelleyici adımlar atılmalıdır.
Farklı düşünsel temellerden hareket etse de Emevilerden beri, özellikle yönden bakımından, İslam siyasal pratiği Putinizmin siyasal pratiği ile örtüşüyor. Bugün bile dillendirilen hilafet teorisi siyasal katılım bakımından büyük bir zaaf içeriyor. O yüzden İslam siyaset anlayışı ve bunu besleyen siyasal akıl köklü bir dönüşüm geçirmeli. Kurumlaşmayı ve siyasal katılımı önemsizleştiren ve güçlü bir siyasal lideri öne çıkaran siyasal anlayışın başarı kazanması dünya barışı açısından da önemli bir risk olacaktır.
İslam siyasal aklı, tarihsel pratiği göz önüne alırsak, neden otoriter yönetimlere yatkın bir siyaset teorisi ürettiği sorusu tartışmaya değer bir sorudur. Oysaki Hz. Peygamberin siyaset alanındaki en kuvvetli sünneti olan Medine Vesikası uygulaması, katılımcı ve müzakereci siyaseti öne çıkarıyordu. Burada tarihsel süreçte bu sünnetin neden gölgede kaldığını analiz etmek gerekir.
Bizim arkasında durup destekleyeceğimiz kişi, grup ve halklar mağdur, mazlum, işgale uğramış olanlardır. Bu insanlığın asgari koşuludur. Sağlıklı duruş güçlülerin, muktedir olanların, saldırganların yanında durmak değil, güçsüzlerin, işgale uğrayanların yanında durmaktır. Ukrayna’nın işgal girişimine karşı çıkmak bu ahlaki gerekçeye dayanmaktadır.
Doğrunun, haklının değil, gücün egemen olduğu bir dünyada hak arayanların, mağdurların, mazlumların safında durmak gerekir. Ancak bu şekilde Hz. Peygamberin mirasçıları olma imkanımız vardır.
Rusya’nın Ukrayna girişimi, Türkiye’nin dış politikada yapacağı tercihler açısından da önemli bir olay olmuştur. Türkiye iki kutuplu bu siyasal arenada, yine de Batı’nın ekseninden uzaklaşmamalıdır. Bu tutum, Batı’nın emperyalist tutumunu onaylamak ve bu konuda yaptığı katliamlara arka çıkmak ve desteklemek anlamına gelmiyor. Daha açık, şeffaf, demokratik bir hukuk devletinin yanında durmak gerektiğini söylüyor.
Öte yandan mutlak savaş karşıtlığı realist ve anlamlı bir tavır değildir. Saldırgan, vandalist bir kuvvete direnmek ve savaşmak meşru bir tavırdır. Bu noktada önemli olan savaşı meşru kılan unsurlardır.
Hz. Peygamber savaşın arzu edilebilir bir durum olmadığını söyler. Ancak meşru bir savaştan kaçmak da en büyük kötülüklerden biridir. İslami açıdan iyiliği yaymak ve kötülüğü önlemek en büyük amaçtır.
İslam, bir anlamda savaş dinidir. Çünkü hayat iyilik ve kötülük arasında bir mücadelenin tarihidir. Bu mücadele kişiler arasında olduğu gibi topluluklar arasında da, devletler arasında da, farkı din mensupları arasında da olur. Buradan yola çıkarak İslami savaşı asla onaylamayan bir barış dini olarak tanımlamak tarihsel gerçekler ile uyumlu değildir. İslam’ın hedefi iyiliği emretmek kötülükten uzaklaştırmaktır. Kur’an’da yer alan ve Hz. Peygamberin pratiğe döktüğü meşru savaşın ilkeleridir. Yoksa mutlak manada savaş karşıtlığı İslami ve insani bir tavır değildir. Bu konuda birkaç ayeti temel alarak yapılacak indirgemeci yorumlar doğru değildir. Yapılacak olan cihad konusundaki tüm ayetleri ve Hz. Peygamberin uygulamalarını bir araya getirerek, Kur’an bütünlüğü içinde bir değerlendirme yapmaktır. Kötülüğe ve haksızlığa karşı çeşitli düzeylerde mücadele etmek gerekir ki, bir düzey de savaştır. Hz. Peygamberin hayatı buna şahittir.
Hz. Peygamber meşru savaşın sınırlarını göstermiştir. Meşru savaşın ölçütü, bir tehlikeyi, saldırganlığı, fitneyi ortadan kaldırmak için silaha ve çatışmaya başvurmaktır.
İslam hayatın her alanında olduğu gibi fıtrattan kaynaklanan ihtiyaçları reddetmez. Onlara sınır çizerek meşrulaştırır. Örneğin ekonomik kazanç, cinsellik, kendini savunma… Bu eylemler yasaklanarak tümden reddedilmez. Meşruiyetin içine çekilerek anlamlandırılır. Örneğin cihad sadece Allah rızası için yapılır. Bu amaç yoksa eylem tümüyle anlamını yitirir. Tarihte yapılan savaşların çok büyük bölümü meşruiyetin çizgisini aşmıştır.
İslam, koşulları oluşan bir mücadelede kuvvet kullanmayı ve savaşı en kutsal ve kaçınılması en kötü eylem olan bir mücadele biçimi olarak yüceltir.
İslami salt bir barış dini haline getirerek hümanistleştirme anlayışı cihad kavramını da savaş dışında, din adına yapılan entelektüel mücadeleye indirgemiştir. Kuşkusuz cihadın tek anlamı savaş değildir ve geniş bir anlam çeşitliliği vardır. Cihadın savaşı içeren bir anlamı da vardır ki, İslam dünyasının sömürgeleştirilmesinden sonra verilen kurtuluş mücadeleleri de cihad temelinde tanımlanmıştır.
Öte yandan emperyalizm karşısında ikircikli davranmaktan da uzak durmak ahlaki bir tavırdır. Amerika emperyalizmine karşı olduğunu belirtirken Rusya’nın emperyalizmine sessiz kalmak retoriği, emperyalizme karşı değilim, bu eylemi kimin yaptığına göre tavır belirlerim anlamına gelir. Bu yüzden Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi emperyalizm karşısındaki ikircikliği de ortaya koydu. Ukrayna işgal girişimi emperyalizm karşısında bir turnusol kağıdıdır. Hiç kuşku yok ki, ahlak ikircikliği kaldırmaz. Amerikan emperyalizmine karşı çıkarken Rusya’nın Suriye ve Ukrayna’da, Kırım’da yaptığını, Çin’in Uygur Türkleri üzerinde yürüttüğü asimilasyonu görmemek ahlaki bir tutum değildir. Öte yandan ulus devletlerin yürüttüğü asimilasyon politikaları da daha küçük çaplı emperyalizm politikalarıdır.
Emperyalizm derken radikal solun aklına büyük ölçüde ABD geliyor. Bu yaklaşım büyük ölçüde doğrudur. Ancak bu durum Rus emperyalizmi karşısında susmayı gerektirmez. Bundan dolayı Rusya’nın saldırganlığına kılıf aramak, hiç ilgisi olmadığı halde Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşı çıkanları Amerikan emperyalizmine destek veriyorlar diye yaftalamak ahlaki bir tavır değildir. Hırsızlık gibi emperyalizm de kötüdür. Kimin nerede yaptığına göre değişmez.
Emperyalizm karşıtlığı, araçsallaştırılan bir kavram olmaktan uzaklaştırılmalı ve zalime, saldırgana, muktedire karşı ayırım gözetmeksizin ahlaki bir karşı duruşun ifadesi olmalıdır.