13.05.2024
Muhafazakar /sağ/ milliyetçi siyasal anlayışların asıl korkusu, din ile barışmış bir solun varlığıdır. Şimdiye kadar din karşısında oluşan siyasal denklem daima sağ/muhafazakar/ milliyetçi ideolojinin faydalandığı bir siyasal zemin ortaya çıkarmıştır.
Tarihsel olarak ateist/ materyalizm üzerinden ülkemize gelmiş ve asıl misyonunun dini değerleri ortadan kaldırarak bilimsel bir toplum düzeni kurmayı hedefleyen sol siyaset ile mücadele etmek kolay ve konforlu idi.
Solun din karşısındaki pozitivist, evrimci, inkarcı ve reddedici durumu sağ/ muhafazakar/ milliyetçiliğe siyasal alanda önemli bir konfor alanı sağladı. CHP Genel Başkanı Özel ‘in solun geleneğinden farklı yeni söylemi epeyce gürültü koparacak gibi görülüyor. Eğer hak ve adalet eksenli bu değişimi sürdürebilirlerse, yıllardır muhafazakar dindar seçmenin temsilcisi olan politik düşünceler ve aktörler için zor bir dönem başlıyor.
Almanya’da ağırlıklı Ak Parti’yi destekleyen muhafazakar dindar seçmenin Alman seçimlerinde muhafazakar partileri değil, sol ve yeşilleri desteklemeleri üzerine düşünmek gerekir.
Asıl sorun, Türkiye’de solun kendini temel hak ve özgürlükler ve emek üzerinde değil, resmi ideoloji olan Kemalizm ile eşitlenmesidir. Bu durum solu sivil toplumdan uzaklaştırmış, devletin resmi ideolojisinin temsilcisi konumuna indirgemiştir.
Ak Parti, özellikle ilk dönemlerinde yaptığı demokratik hamlelerle, sonraki dönemlerde, CHP’nin devlet kurumlarıyla (bürokrasi, ordu ve üniversiteler) olan ilişkisini önemli ölçüde kesince, CHP sivil siyasete yönelmek zorunda kaldı. Devletin resmi partisi olmaktan demokratik bir sivil Parti’ye evrilme sürecine girdi. Süreç içinde Ak Parti’nin tam tersi bir süreç izlediği görülür. Sivil siyasetten uzaklaşarak bürokrasinin savunucusu olan Ak Parti, giderek halk desteğini kaybetmenin eşiğine geldi. Ancak geleneksel olarak Ak Partiyi destekleyen seçmenin henüz tümüyle kopmadığını da belirlemek gerekir. Buradaki asıl sorun ne Ak Parti’nin ne de seçmenin 2002- 2010 arasındaki parti ve seçmen olmadığıdır. İleriki süreçte muhafazakar, sağ, milliyetçi partiler, solun değişen tavrıyla din üzerindeki savunmacı tekel kırıldığı için sosyal politikalara yönelmek zorunda kalacaklardır.
CHP’ de Baykal’dan, Kılıçdaroğlu ve Özel’e giden yolu böyle okumakta fayda var. Bu noktada en kritik soru, CHP’nin tarihsel tavrı nedeniyle kendisine korku ve kuşku ile bakan muhafazakar dindar seçmenin korkularını ne derece giderip gideremeyeceği sorusudur. Bir diğer önemli kuşku da CHP’nin din konusundaki bu siyaset değişikliğini iktidara gelmek için yaptığını, iktidara geldiğinde tekrar eski siyasetine geri döneceği kuşkusudur. Bu noktada tarihsel sorumluluk CHP yönetimine düşmektedir. Ancak bu noktadaki en büyük sorun CHP’de din- devlet ilişkileri ve laiklik konusuna klasik Tek Parti uygulamaları açısından bakan Ortodoks bir Kemalist anlayışın varlığıdır. “Cumhuriyet devlet aklı doktrininin alaşımsal bütünlüğünün kurumsal temsilcileri olarak Türk Silahsız Kuvvetlerini oluşturan CHP, İnönü ve alt- şeflik düzeni, basın, aydınlar, yargı, gençler, devlet burjuvazisi tam bir seferberlik disiplini içinde DP’ye karşı örgütlenip rejim koruma ve kollama vazifesi olan Türk Silahlı Kuvvetlerini göreve çağırarak askeri darbe ile yeni düzenin inşasını Milli Birlik Komitesi’ne emanet etmiştir.” ( Halis Çetin, Türk Devlet Aklı, ll. Cumhuriyet’ ten Ak Parti’ye Vesayet Tahkimi, Episteme yayınları, s: 214-215) Muhafazakar dindar seçmeni kazanmak isteniyorsa CHP’yi bu tarihsel algının dışına taşımak gerekir. Öyle görülüyor ki, CHP’nin temel sorunu kendi içindeki değişime direnecek olan kesimdir.
Türkiye siyasal aklı, Orhun Abideleri’nden günümüze iktidara muhalif olanı bozguncu, hain, devlet düşmanı, düşmanla işbirliği yapan olarak kodlanmıştır. Bugün bu dilin etkisinden kurtulamıyoruz. Bu paradigmanın değişimi gerekir. Bugünkü iktidar da bu dille böyle suçlamıştı. Ak Parti’yi kapatma davasında kullanılan dil böyledir. Bugün muhalefet de aynı kavramlarla suçlanıyor. Siyaseti bu kısır kamplaşmanın ötesine taşımak gerekir. Kılıçdaroğlu’nun CHP geleneğinden farklı siyasal anlayışı ve ortak noktada buluşturma çabası, bu kamplaşmanın etkisini kıracak bir hamle olarak değerlendirilebilirdi. Ancak kaybedilen seçim sonrası bu çaba büyük ölçüde heba edildi. Ancak CHP lideri Özel’in Yerel seçimler öncesi ve sonrasında ortaya çıkan söylemi yeni ve farklı bir umut olarak ortaya çıktı. Siyaset çatışma alanı olmaktan, rakibini düşmanlaştırmaktan uzaklaşmalıdır. Hiçbir sonuç vermese bile Erdoğan – Özel görüşmesi bu anlamda önemlidir.
Ak Parti’ye oy vermeyen seçmen kitlesinin CHP’ye yönelmemesinin temelinde, CHP’nin tarihsel geleneğinin bu kitle üzerinde yarattığı korku ve güvensizlik vardır. Türkiye siyasetinin gelecekte nasıl şekilleneceğini bu kitle belirleyecektir.
Çok daha temeldeki sorun ise Türkiye siyasal aklının tarihsel olarak otoriter, devletçi ve lider kültü etrafında oluşan siyasal anlayışıdır. Bu anlayış Türkiye siyasetinde tüm siyasal anlayışları etkilemekte ve yönlendirmektedir.
Orhun Abideleri’nden Nizamülmülk’ün Siyasetnamesi’ne, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’inden Koçi Bey Risalesine, Kınalızade’nin Ahlaki Alai’sinden Erdoğan’a Türkiye siyasal aklının yapısı değişmeyen temel değerler üzerinden anlam kazanır. Bu eserlerde ortaya çıkan “Kadim Türk devlet aklı doktrinine tam bir sadakat içinde kendisini devlet ve devlet aklı ile alaşımlayan/ özdeşleştiren İttihat ve Terakki iktidarı, bireycilik yerine organizmacı kolektivist toplum anlayışını; rekabetçi piyasa ve bireyci toplum yerine dayanışması toplum kültürünü; özgürlük yerine eşitlik mefkuresini; hukuk devleti yerine kanun devletini; siyasal çok partili demokratik rekabet yerine tek parti diktatörlüğünü; plüral millet anlayışı yerine tekçi bölünmez millet tasavvurunu; modernleşme yerine modernleştirme zihniyetini ; çoklu fikirler yerine tek parti ve tek ideoloji düşüncesini ; hain muhalefet yerine ulusal birli( İttihat) ; kavga yerine çalışmak zorunluluğunu ; özel iradenin temsili yerine genel iradenin bütününü temsil eden bir tek partinin ve önderliğin öncülüğünde ilerlemeyi (Terakki) esas alarak tüm bu amaçlarını gerçekleştirmek için de gerekli olan büyülü gerçekçi ‘ ideoloji’ ve ‘ ütopya ‘ alemlerine sığınmışlardır.” ( Halis Çetin, Türk Devlet Aklı, l, Vesayet Tahkimi, Episteme yayınları, s:422)
Türkiye siyaseti, hemen bütün siyasal akımların içine sinmiş otoriterliğin özgürlükler yönünde değişimiyle yeni bir sürece evrilebilir. Bu yönde gelişecek süreç Türkiye siyasetinde yeni oluşumların ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Aydınların en önemli görevlerinden biri, dini istismar edip araçsallaştıranlar ile dine karşı gelenler arasında, gerçek dinin ve dini değerlerin savunusunu yapmaktır. Aydınlar siyasetin arkasından yürüyen değil, siyasetin önünde yürüyerek ufuk gösteren bir anlayışta olmalıdır. Ne yazık ki, İslamcı aydınlardan önemli bir bölümü, iktidarın arkasından yürüyen, iktidarın söylemine meşruiyet kazandırmaya çalışan bir konuma düşmüştür. Oysa aydın, kendi söylemi iktidar olsa bile eleştirel bir konumda yol gösterici olmalı ve iktidarın önünde yürüyerek ona rehberlik etmelidir.