07.02.2021
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni bir anayasa teklifi, hangi nedenle olursa olsun, altında hangi siyasal hesaplar olursa olsun, yerindedir. Türkiye, ne yazık ki, sivil bir anayasa yapmamıştır. Birinci Meclisin 1921 Anayasası hariç sivil bir anayasamız olmadı. Yapılan anayasalar, olağanüstü dönemlerde ve demokratik süreçlerin kesintiye uğradığı zamanlarda yapılan darbe ürünü anayasalardır. Bu anayasaların en önemli özelliği güvenlik merkezli olması hak ve hürriyetleri sınırlandırmasıdır. Genel anlamda temel hak ve özgürlükleri değil, devletin güvenliğini öne çıkaran bir mantığa yaslanırlar.
Öte yandan sivil bir anayasa yapmak kolay değildir. Bunun ilk koşulu yeni anayasa konusunda bir uzlaşma olmasıdır. Ancak sivil bir anayasa yapmanın önünde önemli engeller bulunmaktadır. Bunların en önde geleni toplumda yaşanan kutuplaşma ve kutuplaşmanın doğurduğu güvensizliktir. Bu durumda bir kesimin yaptığı çalışmaya diğer kesim itiraz edecektir. Tüm toplum kesimlerinin temsilcilerinin bulunduğu bir müzakere ortamı, teorik olarak mümkün olsa bile, şu anki koşullar içinde gerçeklikten uzak görünüyor.
Öyle görülüyor ki, yeni anayasanın önündeki en büyük engel bilgi birikimi değil, toplumdaki insanların birbirine karşı güvensizliğidir. Bu güvensizlik ortamı aşılmadıkça yeni bir anayasa yapmak zor görülüyor. Öte yandan Cumhur veya Millet ittifakı kendi bileşenleri ile birlikte anayasa çalışması yapsalar, bu anayasanın kabulü çok az bir oy farkıyla olacaktır.
Türkiye siyasetinde uzlaşma kültürünü ortadan zorlaştıran en büyük neden toplumda ve siyaset arenasında etkin olan otoriter siyaset kültürüdür. Otoriterliği üreten ve meşrulaştırılan sosyolojik bir zemin var. Bu sadece siyaset ile açıklanabilecek bir olay değil.
Her siyasal anlayış yeni anayasa konusunda kırmızı çizgilerini ortaya koymaktadır. Dile getirilen kırmızı çizgiler aslında yeni bir anayasanın niçin yapılması gerektiğinin nedenleri arasında yer alıyor.
Yeni anayasanın kırmızı çizgileri olacaksa bu çizgiler şunlar olmalıdır:
1- İnsan hakları ve özgürlükler
2- Hukuk devleti
3- Çoğulcu yönetim biçimi ve demokrasi olmalıdır.
Bunun dışında ilk dört maddede dahil kırmızı çizgi değildir. Oysa çok sayıda parti ilk dört maddeyi kırmızı çizgi olarak görmektedir. Bundan dolayı sivil bir anayasa yapmak neredeyse imkansızdır.
Türkiye toplumunda sivil anayasanın önünde tarihsel süreçten ve zihniyet zemininden kaynaklanan engeller var. Orta Asya geleneğinden gelen siyasal anlayış ve örgütlenme biçimi; Emevi/Abbasi/Selçuklu ve Osmanlı geleneğinde kendisini meşrulaştıran otoriter hilafet anlayışı ve Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönem pratikleriyle sistemleşen otoriter, milliyetçi ve güvenlikçi siyasal anlayışlar bu engellerin temelinde bulunan zihniyeti inşa etmiştir. Bu zihniyet siyasetin bütün farklı anlayışlarına çeşitli düzeylerde sinmiştir.
Türkiye toplumu, büyük ölçüde birbirine karşı cepheleşmiş siyasal ideolojilere ayrılmıştır. Toplumun siyasal anlayışını temsil eden partilerin siyasal tutumları yeni anayasanın önündeki en önemli engeldir. Bugünkü politik anlayışları kabaca şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Muhafazakâr/milliyetçi/ İslamcılık. (Ak parti)
2-Muhafazakâr/ milliyetçilik (MHP)
3- Seküler/Kemalist /milliyetçilik (İP)
4- Sol / Kemalist /ulusalcılık (CHP)
5- Ak parti dışındaki İslamcı kökenden gelen demokratik siyasal anlayışlar. (Deva, Gelecek,Saadet, Yeniden Refah Partisi)
6- Kürt /seküler / milliyetçiliği (HDP)
Bu anlayışların ortak yönü, Anayasa çalışmaların büyük ölçüde muhafazakar milliyetçilik ve seküler ulusalcı Kemalizm eksenine sıkıştırmasıdır. Diğer yandan siyasal akımların önemli dominant özelliği, belirleme oranı farklı düzeyde olmasına karşın milliyetçiliktir. Asıl soru şu: Bu milliyetçi/ ulusalcı/ muhafazakar /sol Kemalizm denkleminde sivil anayasa çıkar mı? Bu soruya evet cevabını vermek zor görülüyor. Ancak bu tür sorunlar ve bu sorunlar etrafında ortaya çıkan tartışma ve arayışlar önemlidir. Bu yüzden süreci yürütenlerin siyasal amaçlarını devre dışı tutarak, Türkiye toplumunun yeni bir siyasal sözleşmeye olan ihtiyacı çerçevesinde soruna yaklaşılmalıdır.
Yeni anayasa yapmak öncelikle köklü bir zihniyet değişimini gerektirmektedir. Yeni anayasa yapmanın zihniyet zemini, otorite ve buyurgan siyaset yerine, müzakereci siyaseti öne çıkarmaktır. Müzakereci siyasetin kökleri tarihimizde fazlasıyla mevcuttur. Ali Bulaç’ın üzerinde yıllardır çalıştığı ve Kitaplaştırdığı “Medine Vesikası” müzakereci siyaset ile nasıl bir toplumsal sözleşme yapılabilirin tarihsel tecrübesidir. Bu tecrübeyi modern siyaset diline aktararak doğru zeminde bir anayasa tartışması yapılabilir.
Yeni bir anayasa yapmak için öncelikle Kutuplaşmayı artıracak, farklılıkları derinleştirecek, ötekileştirmeyi tahkim edecek siyasal söylemlerden uzak durmak gerekiyor. Çünkü Toplumun siyasal anlamda nerdeyse ikiye bölündüğü bir ortamda, yeni anayasa çalışmalarının başarı şansı maalesef yok. Türkiye’de uygulanan başkanlık sisteminin toplumsal kutuplaşmayı besleyip beslemediği üzerinde durmak gerekir. Toplumun bir kesiminin ötekini düşman olarak konumlandırdığı, devletin fethedilmesi gereken bir siyasal alan olarak görüldüğü bir toplumda yeni bir anayasa gibi uzlaşma gerektiren bir çalışma yapmak oldukça zordur.
Birbirleriyle mücadele eden siyasal aktörlere, mücadele ettikleri ötekilere nasıl davranılacağı konusunda önemli bir örnek olarak Hz. Peygamberin Mekke’nin fethi sırasındaki tavrını gösterebiliriz. Hz. Peygamber, Mekke’yi fethettiğinde, o güne kadar kendine düşmanlık edenlere nasıl davrandığını, onlara ne söylediğini, korkularına karşı ne cevap verdiğini hatırlamak gerekir. Kendine karşı, suikast, boykot, savaş gibi bütün yolların denendiği Hz. Peygamber, bunları yapanlara karşı aynı dille cevap vermemiş, onları kazanma yoluna giderek büyük bir devrim gerçekleştirmiştir.
Anayasa çalışmalarından önce siyasal ikilimi yumuşatacak adımları atmak gerekir. Siyasal alanın ortadan ikiye bölündüğü bir ortamda tarafların diğerini hesaba katmadan yapacağı bir çalışmanın çok fazla bir anlamı yok.
Toplumun politik olarak kutuplaştığı bir ortamda, aydınların misyonu düşman yaratıp çoğaltmak değil, düşmanlıkları azaltarak müzakereye açık bir ortamın inşasına katkı yapmaktır. Çünkü bir araya gelmeyi bile reddeden siyasal yaklaşımlardan yeni bir anayasa beklemek mantığa aykırıdır.