01.01.2021
Düşünce tarihinde, ilk başlarda düşünce metodunu etkileyen iki önemli millet ve medeniyetten biri teolojiye-kutsala dayalı İbrahimi millet, bir diğeri rasyonel akla dayanan Antik Yunan medeniyetidir. Grekler (Antik Yunan) teorik bilgiyle ilgiliyken, İbrahimi millet pratiğe dayalıydı. Grekler rasyonel akla inanırken, İbrahimi millet genel anlamda sezgisel (kalbi/nakli) idi. İbrahimi milletin ideal insanı, iman insanıdır. Grekler açısından ideal insan, akıl insanıdır. Hıristiyan kültürü de bu bağlamda İbrahimi Millet’ten farksızdı. Buraya kadar sayılan tüm tezatlar teori ile pratik, ahlaki özne ile kuramsal/zihinsel özne arasındadır. Bu diyalektik, modern felsefede özcülük ile varoluşçuluk arasındaki diyalektiği de andırırcasınadır. Özcülük, Platon’un soyut zekâsını öne sürerken; varoluşçuluk, özden önce varlığın mevcudiyetine öncülük vermiş, bireyin bütünlüğünü ise yine insani unsurların bütününde aramaya çalışmıştır. Bu özcü varoluşçu savaş, aynı şekilde Katolik mezhebinin iki kolu olan Cizvitler ve Dominikenler tarafından da münakaşa edilmiş ve ihtilaf konusu olmuştur.
Aslında sorun, insan kişiliğinin merkezin neresine yerleştirilebileceği sorunudur. St. Paul üslubuna binaen bu merkezi ‘’inanç’’ içine yerleştirirken, Aristo akıl (duyu) içine yerleştirmektedir; dolayısıyla bu iki anlayış ve farklı dünya arasındaki uçurum, sonradan gelen düşünürler tarafından giderilmeye çalışılsa da, Hıristiyan insan anlayışının da baştan beri Yunan felsefesinin insan kavrayışından ne kadar farklı olduğuna delalet etmektedir.
Pagan olan Greklerde genel olarak dogmatik, mistik, politeist bir ahlak anlayışı egemendi. Sokrates ile birlikte düşünce metodolojisinde ciddi anlamda değişim/dönüşüm yaşanmıştır. Böylece rasyonel akıl, felsefe ve mantığın temel yapısını oluşturmuştur. Antik Yunan, bu bağlamda düşünce tarihinde önemli bir hamle yapmıştır. Bu sürecin nasıl geliştiğine dair ilmi referansların aktarımına göre; Sokrates’in öğrencisi olan Platon, özünde şiir ile meşgul iken Sokrates’le tanışmasından sonra şiiri dışlamış ve hatta bunun için içindeki şairle savaşmıştır fakat yine de Platon, içindeki şairi bütünüyle öldürememiştir. Bu örnek günümüzde daha kesin bir şekilde ayrışan ratio (araçsal akıl) ile reason’un (hikmetin) ayrışmasının bir belirtisi gibi görülse de bu ayrışma en azından, Galileo Galilei’nin ölçülür olan her şeyin ölçülmesi, ölçülemeyenin dahi ölçülür kılınması kıstası ile riyaziyatı (matematiği) neredeyse Tanrının tasarım dili olarak ilan edip kutsaması kadar olmasa gerek. Antik Yunan’ın müspet tarafı eski Greklerin paganizm, politeizm ve dogmatizmine karşı akıl ve mantık ile alternatif çıkış yapmasıyken menfi yönü, aklın (araçsal akıl) zamanla mutlaklaşması ve spirütüel olanı daha sonraları genel anlamda olumsuzlanmaya doğru itmesidir. Yeniçağda ise her şeyin temelinde bir erek/amaç arayan ortaçağ Aristo teleolojisi (gayecilik), her şeyi mekanik bir biçimde sebep ve sonuca bağlayan nedensellikle yer değişir olmuştur. Batı felsefe ve sanatını da etkileyen, bu rasyonel düşünce yöntemi olmuştur. Modern süreçleri ve modern sanatları belirleyen temel faktör de bu ayrışmatır.
Antik Yunan hümanist sanatı; beden güzelliğine, rasyonel güzelliğe ve daha çok da insanın dış görünüş güzelliğine dayanır. Ama tarih boyunca sanat, özü gereği özgür olarak varlığını korumuş ve kendini bağlardan, kısıtlamalardan koparmaya gayret etmiştir. Metafiziksel boyutlar taşıyan sanat ve sanatçılar tarafından ortaya çıkarılan bütün sanat akımlarının gayreti, sanattan, gerçekliğin tasvir ve taklidi ya da insanın kendi cephesinde teşhis edilmesi için bir takım enstrümanlar yaratmak değil, onu, bir davet, bir özgünlük, bir ilahi yaratıcılık olarak var etmek; insanın duygularının, özünün, varlığının ve hakikatinin olgunlaşıp tekâmüle ulaşmasında işlevsel rol üstlenmektir. Mesela Picasso’nun eserlerine baktığımızda bu böyledir. Fakat bugünün insanını benzer tarzda heyecanlandıracak nadir sanatsal faaliyet vardır.
Rasyonel sanata nazaran Gotik sanatı; “rahatsız edici bir tuhaflık” (tekinsizlik), akıldışlılıktı. Zihinsel ve fiziksel yetenekleri paralize eden bir kaos duygusuydu. Bu açıdan bakıldığında rasyonel düşünce için Aydınlanma idealleriyle birlikte cin, peri, zombi, hayalet ve benzerleriyle yüklü Gotik’i bertaraf etmesi doğaldı. Çünkü Antik Yunan’dan esinlenen Aydınlanma idealleri gotik sanatla çatışmaktaydı. Gotik sanat cin, peri, zombi ile birlikte mistik, sezgisel, spritüel enstrümanları da barındırırken aydınlanma ile bu enstrümanların yerini rasyonel olan almıştır. Böylece dogmatizmin kökü kazılmaya çalışılırken, eşzamanlı spritüel hakikat de düşünce tarihinden silinmeye tabi tutulmuştur.
Ortaçağ rasyonalizmi yeniçağ rasyonalizmden farklı olarak akıl ile duygu, rasyonel olanla rasyonel olmayan arasındaki hayati bağı bütünüyle kopartmayarak sürekli açık tutan anlamlı simgeler olarak iman ve doğmanın gizemleri tarafından kuşatılmıştır. Bundan dolayı ortaçağ rasyonalizmi modern rasyonalizmde gördüğümüz güçsüzleşmiş, kasvetli ve ürkütücü özne manzaralarıyla nihayet bulmaz. Bu iki rasyonalizmin oluştuğu farklı atmosfer, iki farklı tarzda rasyonalizmin üzerinde bariz etkisini göstermiştir. Dolayısıyla günümüzün mevcut şart ve koşullarında değil Dante, bir St. Thomas Aquinas’ı bile ortaya koymak olanaksızdır.
İleri sanayi çağı, kahramanca serzenişin ya da soylu aşkınlığın çağı olarak idealleştirilemez. Bu ilerici çağ bölük pörçük, belli belirsiz, acı ızdırap dolu, yer yer biçemsiz ve üstelik de anti-romantiktir. Tanrıdan ve doğadan kopuk yaşamı, ahlaki yapıları bozulurken bile şatafatlıdır. Karşı-kahraman (anti-heroic) olan modernist kahraman, genellikle madde âleminde imtiyazlara sahip, ancak ruhunun derununda sefalete terk edilmiş, sorunlarla kuşatılmış bir savaşçıdır.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.