18.06.2021
Cahiliye döneminde Habeşli (Etiyopya) Bilal bin Rabah İslam’ın azılı düşmanlarından Ümeyye bin halefin kölesiydi. Bilal (Allah ondan razı olsun) İslam ile şereflendikten sonra Ümeyye bin Halef onu güneşin altında sırtüstü kızgın kumlara yatırır ve göğsüne taş koyar Lat, Uzza ve Menat’a tapması için onu İslam dininden caydırmaya çalışırdı. Fakat Bilal her defasında ehad, ehad, Allah birdir, Allah birdir diyerek dirayet gösterirdi. Ümeyye bin Halef Bilal’in itaatsizliğine karşı ‘Ben sadece bedenini değil ruhunu da satın aldım ey Bilal’ der dururdu.. Hz Ebu Bekir diğer birçok köle gibi Bilal’i de Ümeyye’den satın alıp azat etmiştir. Bedir savaşı sırasında Ümeyye bin Halef’i öldürmek için çok heveslendiyse de ancak onun öldürülmesine ön ayak olabilmiştir. Hicretin birinci yılanda Hz. Bilal İslam’ın gür sesi Davud-i sedası olmuştu. Haydin felaha haydin kurtuluşa nidasıyla yaşlısı genci, kadını erkeği, fakiri zengini, kölesi eşrafı tek bir salayla vahdet duvarında birer tuğla gibi saf saf kenetlenirdi Peygamber mescidinde… Köle olan birisi dogmatik statüleri, katı sosyal tabakaları ancak İslam dinin verdiği eşitlik hakkıyla delip bir üst statüye erişebilirdi bu da Mekke’nin azılı müşriklerinin çıkarlarıyla çatışıyordu onurlarını zedeliyordu.
Evet, doğrudur ilkel kölelik modellerinde kişinin sadece bedeni değil ruhu da satın alınırdı. Bireysel hak ve özgürlükler bütünüyle köle sahibinin inisiyatifindeydi. Kölenin maliki olan kişi istediği tarzda bir meta gibi kullanırdı kölesini. İslam’ın insanlık tarihine kazandırdığı en büyük kazanım kişiye kendi hürriyet ve hüviyetini kazandırmasıdır. Modern medeniyetler Magna Cartalar çeşitli ihtilaller, insan hakları bildirgeleri, sağlı sollu manifestolarla köleliği asırlarca perakende kaldırmakla uğraşmaya duruverirken İslam bunu bin dört yüz sene evvel okuma yazma bilmeyen cehaletin kol gezdiği bir toplumda topyekûn kaldırmıştır. Yirmi birinci yüzyılda kölelik kurumu işlevini yitirmişse de insanlar hala çeşitli yöntemler bağlamında tahakküm altında kendilerini hür hissetmiyorlar. Allah’ın kullarına bahşettiği su ekmek kadar doğal bir aidiyet ve gereksinim olan hak ve özgürlüğün oluşması her nedense bütün ilerlemeye rağmen parazit olmaktan çıkmıyor. Özgürlüğün ihraç edildiği ülkelerde bunun bariz canlı örnekleri acıklı bir şekilde, cahiliye dönemini aratmayacak şekilde maalesef ki gün be gün yaşanıyor yaşanmaktadır. 2020’inin mayıs ayında Amerikalı bir siyahi vatandaş olan George Floyd’un birleşik devletin polisi tarafından boğularak öldürülmesi dünyanın milyar yaşına rağmen hala yerinde saydığının emaresiydi. ‘I can’t breath I can’t breathh’ nefes alamıyorum nutku bütün bir insanlığın nutkunu tutu adeta… Hiçbir slogan hiçbir etiket bu devasa çağı bu kadar az ve öz birkaç karakterle etiketleye bilmezdi… Bütün bir dünyanın bir nefes sıhhatte hasret kaldığı bu garip çağda. Bir nefes insana hasret kalınan zor ve maşa katli zamanlarda, aile fertlerinin bile birbirinden saklandığı, sakındığı, kaçındığı mahşeri anlarda… Kimse kimseyi bilmiyordu, anlamıyordu anlamayacaktı ne kendini ne sömürüleni ne sömüreni. Emek sarf edecektik, alın teri dökecektik, ömür tüketecektik, kölesi olacaktık bize bir harf öğretene, ilim öğretene değil belki de bir kelime ecanibin devşirme dilini belletene örf ve âdetini kültürünü empoze edene köle olacaktık… Ceketimizin fiyakasının bozulmasını izin vermezsek de ezilecektik, eziklik kompleksine girecektik fakat suni demokrasiden vazgeçmeyecek süfli demokratlardan dem vurmayı da ihmal etmeyecektik. Muhammed’in dinine Muhammed’in diline arakamızı dönerken ne Musa’ya ne de İsa’ya yaranacaktık. Ebu Leheb ölmediği gibi Ebu Cehiller kıtalar dolaşıyordu… Modern insanat bahçeleri kuruluyordu yeniden Ümmeye bin halefin çağdaş halefi Edward Colston. Colstonlar tarafından… İnsan insanlık yeniden satın alınıp sürülüyordu bu sefer fert fert değil kitle dedikleri ümmet halinde sözüm ona bir özgürlük putunu özgürlük heykelini insanlığın tepesinde dikme uğruna…
Sadece bedenleri değil ruhları satın alındığı sanılsa da ruhu kabına sığmayan insanlara rastlamak her zaman mümkün olabilmiştir. Bir hayır, ‘La’ gibi hem asi hem itaatkâr duruşları müstebidlerin istibdadını, onurunu yere çalmaya yetecekti. Belki de kelebek gibi uçan siyahî ağır bir sıklet Muhammed’in ismini yumruklarıyla ali kılacaktı kılıyordu…Ve hakezalar… Elhamdulillah elhamdulillah God give me everything God give me everything Allah’a hamdolsun o bana her şeyi verdi. O bana her şeyi verdi… Bunu sevmediğinizi biliyorum. Tommorow night I’m gonna smash your boy guys.. I’m gonna smash your boy…Yarın akşam sizin oğlanı paramparça edeceğim beyler sizin oğlanı… Dağıstan kartalı The Eagle Habib Nur Muhammedov… Bu tarz örnekleri İslam adına çoğaltabilsek de sahiden vaktaki Dıhyetül Kelbi Bizans imparatoru Herakliyus’a Muhamamedün Resulallah mühürlü risalet mektubunu sunduğunda Kayser Herakliyus niye onunla karşılaşsaydım ayaklarını yıkardım diye hayıflanmıştı? Peki ya dünya yıldızları niye altından ayakkabılarını Muhammed’in (a.s) çocukları için açık artırıma çıkarıyordu, neden Müslüman sofrasına Müslüman’dan çok katkı sağlıyor infak ediyordu birileri, mülteci yetimlerin öksüzlerin başını neden okşuyordu? Siyonist savaşın sponsor ürünlerini elinin tersiyle itiyordu? İşte bütün bunlar insaniyet mektebi adına ümitlerimizi büyütüyor. Ve bir kez daha rengin, ırkın, dil ve dinin ayrı gayrlığı hem İslamiyet hem de insaniyet mektebinde yerinin olmadığının bilincine varıyoruz. Ve ruhları bedenleriyle satın alınıyorsa da hala bu ruhu kabına sığmayanların, ruhu kabından taşanların hürmetine dönüyor dönecek bu tuhaf dünya…
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.