25.03.2024
Zaman çok hızlı akıyor ve dünya onunla felekte deveran edip gidiyor.
Hülasa hepimiz yuvarlanıp gidiyoruz bu zaman çeperinde.
Asrın kara kapkara kerb ve belasını üstümüzde taşıyoruz ama şehitteler serveri Hüseyinsiz ama eba Abdullahsız. Zaman tekerrür ediyor ancak Alisiz ama Haybersiz.
Tüm dünya üstündekilerle beraber yayık gibi bir baştan diğerine çalkanıp duruyor.
Sadece İslam teslimiyet sahibi değil her vicdan sahibi insanın yüreğinin isyan ettiği, her dağın taşın bile dile geleceği olaylar vuku buluyor, bulmakta. Sanırsın ahan da şu an kıyamet koptu kopacak başımıza. Bu tarz alametler belki kıyametin kopması için büyük alametlerden olamayabilir diyeceğiz.
Ama sahiden kıyametin kopması için daha ne gibi büyük alamet vuku olabilir ki daha neler cereyan etsin ki haddimi zorlayarak merak ederim ki gerçekten kıyametin kopması için ne mi olması gerek, güneşin batıdan doğmasını mı bekleyeceğiz.
Yerden bir dabbenin çıkıp tüm hadrayı yeşilliği silip süpürmesini mi?
Yecüc mecücü mü?
Deccalın zincirlerinden boşalmasını mı?
Bize aktarılan sahih ya da müteşabih bazı söz ve hadislerdeki gibi bu kadar distopyayı beklemeye ne haccet hadiselerde birebir bunun alasını yaşamıyor muyuz?
Hem de hemcinslerimiz tarafından.
İnsanlığın altı üstüne gelmişken daha batıdan güneşin yıldızların doğuşunun kime ne faydası var.
Peki hadi ya güneş batıdan doğdu imanımız ne olacak.
Denizin iki yakası üzerine gelip kapanınca anca iman ettim İsrail oğullarının (Musa ve Harun’un rehberliğindeki mümin İsrail oğulları) Rabbine diyen firavunun imanını andırırcasına gecikmiş amellerimizin emellerimize, imanımıza ne faydası olacak.
Hani cennete emelle değil amelle ulaşılırdı.
Tüm emmelin sen de kalsın nerde amellerin ey çağdaş Müslüman ya da ey çağdaş mücahit.
Seferden çiçek böcekten selfilere zaferden zulmete dönüşüp apaydınlık sandığın hayatın.
Ey insan, ey İslam, ey teslimiyet değil sana seni hakkıyla temsil etmeyen bize, bizlere yazık. Sahiden yere göğe sığdıramadığımız kendimizin çapı bu kadar mıydı?
Eğer inansaydık üstün olan olacak olanlar biz değil miydik?
İnancımızda mı noksanlık ammelerimizde mi ki bu kadar aksiyonsuz bitap düşüverdik. Hani birçok küçük gurup Allah’ın izni ile nice büyük guruplara galip gelebilirdi Biz Allah’ın iznini hakketmeyecek ne yaptık ki ya da ne yapmadık ki bir avuç siyonist milyar Müslümana galebe çalabiliyor?
Ne zaman kitabı tersten okuduk da Tağutların gücünden korkar olduk.
Sayımız milyarları aşarken mahiyet ve değerimiz niçin eksilere düşüyor. Hani işimize gelince peygamber sayımızla öğünecekti.
Gerçekten peygamber bugün aramızda olsa bir avuç insanı geçmeyen yol arkadaşları gibi sayımızla gurur duyacağını mı sanıyoruz. Ya da gökteki meleklerin Cebrail’in, Mikail’in, İsrafil’in Bedirde Uhutta sahabeyi binler üç binlerce melekle teyit ettikleri gibi bizim afra tafra hallerimizi teyit edeceklerini mi.
Heyhat sadakatte ne Ebubekir’iz ne de dünya zevklerini elinin tersi ile iten peygamberin nazlı sancaktarı kefensiz Musabız.
Bu haşin günlerde hakkı ve sabrı birbirimize tavsiye edecek de değiliz. Müslümanlığımız ise Anaca ve ancak klişeleşmiş dikte edilmiş bir kılıftan dikili birer gömlek.
Muayyen zamanlarda ruhsuz cesetsiz bir niyazda namazda bulunan. Evet elhamdülillah hala orucu biliriz ama urcu (ufukta yükselmeyi) çoktan mazinin derinliklerine gömmedik mi
Hoş geldin ya ramazan demekle bizler gerçekten hoş görülecek miyiz, ramazanı baş tacı etmekle gerçekten yakayı paçayı kurtaracak mıyız.
Ramazan kimi neyi hoş görsün gri amellerimizi yoksa bin bir çeşit renga renk sofra mızı
Kuran ehlini mi ya da tiktok neslini mi.
Baharatlı zerdeçallı pilavlarımızı hoş görsün 21. Yüzyılda uzay seyahat edilirken toz toprağın içinden unu, tahılı, pirinci avuç, avuç avuçlayan çocukları mı hoş gürsün
Bizim öldürülen binlerce çocuğumuz büyük Britanya’nın bir kayıp prensesi kadar gündem oluşturamıyorsa yine dönüp dolaşıp kendimizle hesaplaşmalıyız.
Bunalar yazarken bile değil şah damarımız ar damarımız çatlamalıydı. Ama elden ne gelir diye imece usulüyle stres topunu birbirimize atıyoruz.
Hayıflandıkça Ömer’le övünüyoruz Selahaddin’le Kılıçaslan’la
Eğer bize ders olmayacaksa bırakalım bu senaryoları gerçek bir senaryo yazılsa bu senaryoda hiç şüphem yok, değil Ömer, Selahaddin de Kılıçaslan da bizden yüz çevirecekti
Bu vurdumduymaz imece stres topu kime oyunu kazandıracak kime kaybettirecek
Hadi önde gelenlerimiz bıraksınlar iftar ya da sahur programlarında fiyakalı fiyakalı giyip kuşanmayı konuşmayı. Sözün bitiği yerde değil miyiz? O yüzden mi sözlerimiz kalplere artık tesir etmiyor. Ellerimizden bişey gelmiyorsa en azından hallerimiz bizim hal ve ahvalimizi yansıtsa ya.
Bugün eğer yeryüzüne vahiy inseydi vahyin gündemi öncelliği oruç mu olurdu yoksa Allah yolunda cihat mı. Elebetteki hiçbir farz diğerini ötelemez nitekim hicretin ikinci yılında şaban ayında oruç farz olurken aynı yılın ramazan ayında Müslümanlar Bedir savaşına çıkmışlardır. Ancak Bedir savaşına çıkmadan önce kervanı takip eden iki mücahit de Peygamberimizin izini ile oruçlarını açmışlardır.
Sahiden ramazan öyle bir dönemde gelse ki gelmiştir Allah’ın bizim akşama kadar ağzımızı bağlayıp akşam süslü, yaldızlı sofralara saldırmanın ne ihtiyacı olacak ki
Evet yine İslam aleminin senaryolara ihtiyacı olacak küresel dış faktörlerden iç istibdatta kadar senaryolar üretsek de bu bizim vebalimizi hafifletecek mi
Evet şer ve batılın şartları bizimkinden çok daha farklı ancak bu şartlar da bize göre şekillenmedi mi. Biz yatarken onlar çalıştırlar biz tefrikalara düşerken onlar Hıristiyan Yahudi kardeşliğini ilan ettiler. Evet bugün onların teknik teçhizatta üstün olması bu bizim ne bireysel ne toplumsal ne insani ne de İslami sorumluluklarımızı giderebilir.
İyi niyetlilerin hakkını yemeyelim ve onların bu yoldaki dirençlerine güç, kuvvet, olalım pes etmeyelim. Ama kendimizle hesaplaşmayı de bilelim yapılanlar yeter mi? Evet hadi kendimize samimi olalım. Bu haller imanın en zayıf hallerinden olsa da bizlere en azında iyi miting yapmayı, iyi slogan atmayı, marş şarkı söylemeyi, iyi dabke oynamayı, tesiri olmazsa da bol bol konuşmayı, gündem oluşturmayı en azından benim gibi birkaç satır yazıp karalamayı, her gün boy, boy fotoğraf paylaşma fırsatını vermekten başka bir şey vermedi galiba.
Şairin dediği gibi öyle bir dönüşle dönüyoruz
Hiç yağmur yağmazsa da
Kum taneleri üstümüze uçuşsa da
Öyle bir dönüşle dönüyoruz
Yorgunuz tenimiz esmer
İçimizde mağrur bir hüzün
Yaralarımız var
Eczası olmayan vurgunlar
En çok kadınlarımıza yakışan ağlamakla
En çok erkeklerimize yakışan çaresizlikle yaklaşıyoruz hayatın ikindisine
Akşamın alacasına…
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.