31.01.2021
Yaratılış gayemiz, yaşadığımız ana şahitlik yapmaktır.
Bu şahitlik, salt başkasını gözlemek değildir; bilakis en başta kendimizi o gayeye uygun hale getirmek ve mümkünse “model / örnek insan” olmayı sağlamak gerekir.
Bütün doğru sözlü Nebi/Resullerin gönderiliş gayesi budur.
Ancak Resuller bu misyonu yerine getirirken, ilahi sorumluluk gereği “yaptırmadan önce yaparak” örneklik teşkil etmişlerdir.
Bu durum, kerim olan kitapta şöyle ifade edilmiştir:
“Ey iman edenler. Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemek Allah katında çok çirkin bir davranıştır.” (61/Saff suresi, 2-3)
O halde her birey zamanın tanıklığını yaparken akan nehrin dışında kalarak değil, tabir yerinde ise ıslanarak, kulaç atarak ve bazen boğulma tehlikesi geçirerek hayat mücadelesi vermelidir.
Sadece münzevi ya da kendi şahsi mutluluğunu ve egosunu tatmin etme biçiminde izole bir hayat yaşayarak zamanın şahitliği yapılamaz.
O halde yalnız ülkemizde olup bitenlere değil, aynı zamanda çevremizde ve hatta küremizde olup bitenlere de aynı ilgiyi göstermek bir tercih değil sanırım zorunluluktur.
Mesela Saddam’ın kimyasal saldırısında katledilen bir Kürd’ün acısını yürekte hissetmeli insan…
Doksanlı yıllarda Kürt coğrafyasında yakılmış ve boşaltılmış binlerce köyün sakinlerinden birinin yaşadığı çaresizlik ve trajediyi anlamalı insan…
28 Şubat post modern darbesinde üniversitede aşağılanan ve kovulan, eğitim hakkı elinde alınan ve İslami şiarına saldırılan bir talebe olmalı insan…
Evine “Alevi” işareti konulan bir Alevi, bir türlü “asli ya da makbul vatandaş” olamayan bir Kürt olmalı insan…
KHK ile işinden atılan mağdur ve madenlerde en zor şartlarda çalışıp asgari ücret ile geçinen ( geçinemeyen ) emekçi olmalı insan…
Üniversiteden mezun olmuş yüz binlerce işsizin ve mülakat ismiyle hakkı gasp edilen binlerce gencin iç sancısına ortak olmalı…
Ülke dışında gelecek arayan çaresiz işsizlere nasıl çare üretilir demeli…
Barış annesi olmalı bazen, bazen de Diyarbakır anneleri olmalı…
Hukuk sisteminin çökmesine, İslami ufkun milliyetçilik parantezine sıkıştırılmasına ve tevhid düşüncesinin mezhepçi bir hisara hapsedilmesine esaslı itiraz edilmeli..
İslam coğrafyasındaki Batılı askeri sömürge ve kültürel hegemonyaya, yerel ve bölgesel ittifak çözüm arayışları başlatmalı…
İdlib’te sele maruz kalan çadırlardaki savaş mağdurlarının çığlığı/hawarı olmalı…
Bazen de evinden kovulmuş, zeytinlikleri yağmalanmış ve şu an ne haldeler bilmediğimiz Efrinli (Afrinli) biri olmalı…
Allah’ın birbirini tanısınlar ve kabiliyetlerini birleştirerek daha müreffeh bir hayat yaşasınlar diye ayrı milletler halinde yarattığı ancak ulusçuluk ideolojine kurban edilen Laz, Yörük ve Pomak olmalı insan…
Mutluluğu ya da refahı sadece kendimize, ailemize ve kavmimize bir ayrıcalık ve imtiyaz gibi isteyen bencilce tutkulara sırt dönmeli insan…
Evet, zaafları olan bir varlıktır insan.
Çoğunlukla kendini şahsi yaşantısıyla sınırlayan ve adeta ipek böceğinin ördüğü kozada yaşamını tüketen bir yönü var insanın.
Ancak bu bireysel mutluluk ve bedensel hazzı esas alan yaşantı, insanı “erdemli” kılmaz sanırım.
Allah’ın Resulü, “Komşusu aç ilken kendisi tok yatan bizden değildir.” diyerek insanlığa bir ufuk açmıştır.
Yine Tolstoy “Acı hissediyorsanız canlısınız, başkasının acısını hissediyorsanız insansınız” demiştir.
Hiç kuşkum yok; erdemli olmak, insanın potansiyel olarak içinde var olan bir durumdur.
Asla bir coğrafyaya has değildir. Bir düşünce ya da bir dinin mülkü değildir.
İyilikler, coğrafyası olmayan üst değerlerdir.
Cesaret, bilgelik, cömertlik, adalet, barış, eşitlik vb tüm değerler insanlığın mirasıdır.
Nebi Muhammed’in “Hikmet mü’minin yitik malıdır, nerede bulursa alır.” sözü esasında inanmış insanın kendini kendisiyle ve inanç coğrafyasıyla sınırlamaması gerektiğine dair bir hamledir.
Evet, inanıyorum ki tüm insani değerlerin toplamıdır İslam.
Ancak çağımızın bilge insanı Begoviç, “Evet İslam en iyisidir, Müslümanlar değil” diyerek, Müslümanların günlük hayatlarında “üst değerleri” yeterince yaşamadıklarını ifade eder.
Örneğin Soma’da yüzlerce madenci göçük altında kalarak can verdiğinde bir Bakan, bunun sorumlusu benim diyerek istifa etmedi.
Ancak köprüde halat kopup bir işçi öldüğünde Japon mühendis, sorumluluğu üstlenip intihar edebiliyor. Erdem budur.
Roboski’de 34 genç uçaklarla öldürüldüğünde Genelkurmay Başkanı, bu “yanlışlığın ve hatanın sorumluluğu bana aittir” diyerek istifa etmeyi düşünmedi.
Ancak İspanya Genelkurmay Başkanı, sırasını beklemeden aşı olmasının ahlaki olmadığını kabul edip istifa edebiliyor. Erdem budur.
O halde tek Allah’a inananlar ile diğer tüm inanç ve toplulukların coğrafyamızda yeniden bir “erdemliler ittifakı” kurmaya ihtiyacı var.
Hikmet ve aklın müşterek yolculuğuna ihtiyaç var.
Geçici dünyaya kalıcı hasar vererek ömrü tüketmek yaraşmıyor insana.
Batılılar aklı mükemmel kullanırken, hikmeti terk ettiler.
Ancak Şarklı toplumlar ise hikmeti ve aklı terk ederek “taklid”i marifet sandılar.
Bunun sonucu olarak bugün, insanlık mirasına hiç bir katkı sunmayan “geniş hacim ve ağırlık” dışında bir anlam ifade etmiyorlar.
Evet, yeniden yeni bir adım atmalı, geç kalmışlık sendromuna kapılmadan…
İşte böyle bir iç sancının arayışıyla yayın hayatına başlayan “Farklı Bakış”ın ülkemizin fikir ve düşünce havuzuna ve aynı zamanda küresel gidişata pozitif bir katkı yapmasını dilerim.
Hun bi xêr hatin.
Alican Karadoğan’ın Tüm Yazıları
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.