Yusuf Yavuzyılmaz Yazdı: İdeal ve Realite

31.01.2021

İdeal ve realite arasındaki fark, ideolojik sistemler ve dinler için hayati derecede önemli bir sorun alanıdır. Bu fark açıldıkça, sadece teorik olarak bir anlam ifade eden ancak pratikte karşılığı olmayan bir söylem konumuna düşmek gibi bir açmazla karşılaşmak kaçınılmazdır.

Gündelik yaşam içinde insanlar, psikolojik anlamda ne söylendiğine değil, nasıl davranıldığına bakarlar.  Bu durumda insanları etkileyen teori değil pratiktir. Kuşku yok ki İslam dünyasının ekonomik, siyasal ve askeri yönden yaşadığı en önemli sorun budur. İslam dünyasını oluşturan ülkelerin birbirleri arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar, bölgesel çalışmalar, etnik sorunlar, insan hakları ihlalleri, “İslam Birliği” ideali hakkında derin kuşkuların doğmasına neden olmakta.

Öyle görülüyor ki pratik karşılığı olmayan söylem, metafizik ya da kurgusal bilgi yığını olmaktan öteye gidemez. İslam, sadece metafizik bir söylem olmayıp, insan hayatına değen, insanı yeniden inşa eden, hayatı anlamlandıran bir anlayışı içinde barındırır. Bu anlamda tebliğ, sadece teorik bir anlatım olmayıp, pratik davranışlarla kendini gösteren bir çabanın adıdır. İdeal ve realite arasındaki açıklık, Müslümanların her sorun ortaya çıktığında tarihe kaçmalarıyla sonuçlanıyor.

Bir dinin taşıyıcısı olan bireylerde, o dinin temel ahlaki davranış kalıplarının görülmesi beklenir. Dini temsil eden insanların davranışları ve düşünceleri arasındaki farklılık, derin soru işaretlerini içinde barındırır. Eylem ile söylem arasındaki tutarsızlık, giderek söylemin etkisini yitirmesine yol açabilir.

Hiç kuşku yok ki günümüz İslam dünyasının en önemli meselesi, ideal düşünce ile sorunlu realitenin arasındaki sıkışmışlıktır. Söylem ile eylem arasındaki uyumsuzluk, hem söylemin gücünü azaltmakta hem de dindarları güvenilmez insanlar konuma düşürmektedir.

İslamcılık, ideal olan din ile tarihsel realitenin sonucu olarak ortaya çıkan dini pratikler arasında oluşan farkın giderilmesini amaçlayan bir yaklaşıma sahiptir. İyi bir muhalefet ideolojisi oluşturan İslamcılığın, aynı başarıyı iktidarda oluşturduğunu söylemek oldukça güçtür. Kuşkusuz bu durum, teoriyi pratiğe taşımadaki başarısızlıkla ilgilidir. Aksi durumda muhalefette yolsuzluk, adaletsizlik temalarını dillendirerek muhalefet yapan insanların iktidara geldikten sonra yolsuzluk ve adaletsizliğin merkezinde yer almaları açıklanamaz. Bu durum iyi ve etkili bir muhalefet dili oluşturan İslamcılığın, iktidar dili yaratamadığı gerçeğini ortaya koyar.

Gelinen noktada Aliya İzzetbegoviç’in ahlak üzerine yaptığı vurguyu unutmamak gerekir. Adalet ve ahlak ilkeleri ihmal edilerek yapılan iktidar mücadelesinin sağlıklı sonuçlar doğurmadığı açıktır. Bir mücadelede dindarların en önemli artıları, ahlaki üstünlükleri olmalıdır. Ne yazık ki özellikle iktidar uygulamalarında dindarlar, büyük ölçüde ahlaki üstünlüklerini kaybettiler.

Hiç kuşkusuz İslam dünyası, siyasal, ekonomik ve kültürel yönden tarihin en karanlık dönemini yaşamaktadır. 18. yüzyıldan beri Müslümanlar, yenilmiş bir kuşağın mensupları olarak varlıklarını sürdürme çabasındadırlar. Kendi içlerinde bile adaleti sağlayamayan İslam dünyasının başkalarına model olması mümkün değildir.  Görünen haliyle İslam dünyası, İslam açısından umut vermemektedir. Çünkü adalet, liyakat, kadın hakları, hukukun üstünlüğü gibi konularda İslam dünyası İslam’ın çok uzağındadır. Kuşku yok ki, pratiği olmayan bir dinin ya da ideolojinin hayata hakim olması, insanlara umut vermesi mümkün değildir.

İslam dünyası, hayatla doğrudan ilgili olmayan bitmez tükenmez teorik tartışmaların merkezi olmuştur. Bu nedenle teorik tartışmalar yerine, hayatın yakıcı aktüel sorunlarına eğilmek gerekir. Hayatın sorunlarını ihmal eden ideolojik yaklaşımların ya da inançların yaşamasına imkân yoktur. Bu nedenle adalet, liyakat, hukukun üstünlüğü, yoksulluk gibi sorunlara eğilmek gerekir.

Kuşkusuz, ideal değerlere inanan insanların, pratik tarihsel tecrübelerinin bu kadar sorunlu olması kabul edilemez. Gelinen noktada ilk yapılması gereken şey, ideal ile realite arasındaki farkın giderilmesidir. Çünkü İslam, ütopik bir anlayış değil, tarihin bir kesitinde yaşanmış reel bir tecrübedir.

Karşılaştığımız reel olaylar, içine düştüğümüz çelişkiler, içeriksiz sloganları bir bir tüketiyor. Azerbaycan-Ermenistan Savaşı, Müslüman ülkelerin aralarındaki çatışma ve anlaşmazlıklar, “Türk’ün Türk’ ten başka dostu yoktur” ve “Müslümanlar kardeştir” sloganlarının birer ütopyadan ibaret olduğunu açıkça gösterdi.

Milliyetçiler Türk birliği, İslamcılar İslam Birliği sloganları atarken, Türk ve Müslüman ülkeler Batılılarla işbirliği yapıyor. Bu çelişkiler içerisinde yol bulmaya çalışıyoruz. Temelde İslami değerlerden hareket eden partilerin iktidar deneyimlerinde yolsuzluğa bulaşması, otoriterleşmesi, hukuku araçsallaştırması, hem söylemi itibarsızlaştırdı hem de sahip olunan değerleri tartışmaya açtı.

İslam’ın siyasal tecrübesini yeniden gözden geçirmek, otoriter geleneği analiz etmek, liyakat ve adaleti öne çıkaran bir söylem oluşturmak, müzakereci ve katılımcı siyaseti öncelemek gerekmektedir.

Tüm bu olumsuzluklara karşın, ideal değerleri hayatımıza indirmenin sözcülüğünü yapmaya devam etmek gerekir. Çünkü hayata indirilemeyen değerlerin yaşamasına imkan yoktur.

Yusuf Yavuzyılmaz’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir