11.09.2025
Hayat sürekli akıyor, değişiyor ve dönüştürüyor. Dün güçlü ve sarsılmaz gibi görünen yapılar, bugün birden sarsılabiliyor; dün değişime direnenler, bugün değişimin öncüsü olmaya soyunabiliyor. Hiçbir kurum, hiçbir ideoloji, hiçbir lider bu akışın dışında kalamıyor. Siyaset de toplumun ihtiyaçlarına, çağın ruhuna, küresel ve yerel gelişmelere göre sürekli yeniden biçimleniyor.
Ne var ki değişime direnç de siyasetin doğasında var. Statüko dediğimiz şey, tam da bu dirençten doğuyor. Ancak tarihin gösterdiği gerçek şu: Toplumun beklentilerini görmezden gelen hiçbir yapı uzun vadede ayakta kalamıyor. Zira toplumun sesi bastırılsa da, bir süre sonra yeniden yankılanıyor.
Bugün farklı coğrafyalarda yükselen aşırılık, aslında bu değişim sürecinin sancılı bir yansımasıdır. ABD’de, Avrupa’nın kimi ülkelerinde veya Ortadoğu’da demokrasinin değerlerini geri plana iten eğilimlerin güçlenmesi, sadece liderlerin karizmasıyla açıklanamaz. Halkın tercihleri, korkular, öfke, adaletsizlik duygusu, medyanın ve algoritmaların yönlendirmesiyle şekilleniyor. Bu süreçte “aşırılar” daha çok ses çıkarıyor, daha görünür oluyor ve bu da onların olduğundan daha güçlü bir izlenim yaratıyor.
Siyaset, bir bakıma dine benzer. Her grup kendisini mutlak haklı görürken, diğerini yanlış ve tehlikeli sayar. Aşırılıkçılar ise bu inancı en uç noktaya taşıyarak siyah-beyaz bir dünya kurar: “Biz iyiyiz, onlar kötüdür.” Oysa gerçek hayat bu kadar keskin hatlarla çizilmiş değildir. Hem solda hem sağda, hem muhafazakârlıkta hem liberalizmde bu siyah-beyaz bakışın tuzakları görülebilir.
Belki de II. Dünya Savaşı’nın üzerinden çok zaman geçtiği için, insanlık o dönemin dehşetini unutmaya başladı. Aşırılıkların yol açtığı yıkım gözden uzaklaşınca, toplumlar yeniden benzer hatalara sürüklenebiliyor. Ancak unutulmaması gereken nokta şu: Nihayetinde bu tür yöneticileri iktidara getiren halktır. Dolayısıyla sorumluluk yalnızca liderlerde değil, aynı zamanda onları seçen, destekleyen ve hatta sessiz kalan topluluklardadır.
Modern insanın bu kısır döngüden kurtulması için atabileceği küçük ama önemli adımlar var. Öncelikle, kutuplaşmayı körükleyen, algoritmalarla beslenen platformlardan bir süreliğine uzaklaşmak bile zihinsel berraklık sağlayabilir. Hayata, siyasete, dünyaya siyah-beyaz dışında bakabilmek, farklılıkların ortasında bir denge arayabilmek belki de en büyük ihtiyaçtır.
Sonuçta hayat güçlüdür. Değişimden kaçış yoktur. Statükoya yaslanan, korkular üzerine kurulu hiçbir yapı kalıcı olamaz. Siyasette asıl sınav, değişimi bir kriz değil, bir fırsat olarak görebilmektir. Çünkü er ya da geç, hayat herkesi önüne katarak dönüştürür.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.