Ali Bulaç: Tunus’ta Nahda ve Gannusi

02.10.2025

Ali Bulaç, mirathaber.com’da “Tunus’ta Nahda ve Gannusi” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz. 

TUNUS’TA NAHDA VE GANNUSİ

Her ne kadar haksız yere liderleri Raşid el Gannuşi hapiste ise de Tunus siyasetinin ana aktörlerinden ve belki de gelecekte Ortadoğu’nun siyasi geleceğini belirleyecek faktörlerden biri Nahda’nın siyaset yaklaşımı ve modelidir. Bu bir yönüyle harici gelişmelere bağlı olduğu kadar, Nahda’nın alacağı tutuma da bağlıdır. Ortadoğu’da izleyebildiğim, Tunus’ta gözleyebildiğim kadarıyla Türkiye dahil İslam Dünyası’nda şekillenecek siyasetin son umut halkası buna bağlı görünüyor, benim önerdiğim Medine Sözleşmesi’yle de yakın ilgisi var..

Sünni havzanın hala fikri, kelami ve fıkhi zeminde arayış içinde olabileceği yegane model Müslüman Kardeşler (İhvan)dir. 1992’de Cezayir’de darbe ile dağıtılmak istendiler, Mısır’da ağır bir darbeye maruz kaldılar (2013), Tunus’ta yine bir darbe ile liderleri hapse atıldı (2023), Filistin’de bütün dünyada temiz vicdanları harekete geçirip İsrail’e askeri olarak da kök söktüren; Sünni, Şii, Zeydi ittifakının sağlayan İhvancı Hamas, şimdi Amerika’nın talimatları doğrultusunda aralarında Türkiye’nin de yer aldığı sekiz ülke tarafından silah bırakmaya zorlanmaktadır. Hamas, Mahmut Abbas’ın Filistin’inden ve siyonist İsrail’den de çok daha demokrattır, 2006’da Carter’in gözlemci olarak katılıp “Seçim düzgün oldu” diye rapor verdiği seçimleri kazandı, ertesi gün 45 milletvekili hapse atıldı. Filistin mücadelesinin yegane meşru temsilcisi Hamas’tır, Hamas başarılı olmasın diye emperyalistler ve siyonistler bölge ülkelerindeki dostlarına Hamas’ı bitirme görevini vermiş bulunuyorlar. Bizdeki yaygın söyleme göre Türkiye, Arap ülkeleri gibi değildir, buna hepimiz inanmak istiyoruz. Umarım Türkiye, bu talimatların hiçbirini yerine getirmez, en azından müstenkif kalır.

Hamas’ın sıkıntısı askeri değil, 24 aydır İsrail, Hamas’ı yenemedi, halen de yenmiş değil, sıkıntı iki milyon 300 bin insanın açlıkla cezalandırılması, tehcire zorlanmasıdır. Bölge ülkeleri “gölge etmesinler” Hamas için yeter.

Şimdi Hamas’ın önünde iki seçenek konuyor: Ya müslüman ülkelerin içinde yaşadığı zillete kendisi de iştirak edip silah bırakacak, Gazze’yi Amerika ve İsrail’e terkedecek ya da son şehidini verinceye kadar izzetle cihada devam edecektir. Ve belki de şanı yüce Allah başka bir imkan halkedip Amerika ve İsrail’in talimatlarına uyan müslümanları utandıracaktır.

Şairin “ve daara ez zamanu a’la Dara (Zaman Dara’nın aleyhine döndü)” dediği gibi bütün bu olumsuzluklara rağmen İhvan, modern zamanlarda müslümanların umudu ve siyasi mücadelelerin ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

Mısır ve diğer müslüman ülkelerde İhvan tecrübesi üzerinde oryantalistler ve batılı İslamologlar çok yönlü araştırmalar yapmışlardır, el’an da yapmaya devam ediyorlar. Radikal müslümanlar, Selefiler, muhafazaka”rlar, sağcılar, gizli veya kripto milliyetçi/kavmiyetçi İslamcılar Amerika ve İsrail’le uzlaşırken, sadece İhvan direnmeye devam ediyor. Bizim bakış açımızdan İhvan ve yaşadığı, bugün de yaşamakta olduğu tecrübe üzerinde durmak zaruret halini almıştır.

Mısır’da Sisi’nin yaptığı kanlı darbeden sonra, Nahda’yı Tunus’ta nelerin beklediği merak konusuydu. Şartlar farklıydı ama İslamcı siyasetlerin ve akımların hasmı olan Körfez monürşileri ve diğer otokrat yönetimler Tunus’ta başarılı bir İslami model koymalarına izin vermeyecekti. Peki ne olabilirdi?

Kafamda bu soruların cevabını aramak üzere ilki 1996’da Londra’da ziyaret ettiğim Raşid el Gannuşi’den bu soruların cevaplarını almak üzere Kasım-2015’te Tunus’a gittim, Şeyhi Nahda’nın merkezinde ziyaret ettim. Beni izzet ve ikramla karşıladı, halimi hatırımı sordu, hemen konuya girdim, çünkü beni onunla görüştürmek istemeyen birilerinin olduğunu farketmiştim.

Merak ettiğim ikinci konu ise, o sırada Tunus’lu dört sivil kuruluşunun “Barış Ödülü”nü almış olmalarıydı. Bu kuruluşlar ne yapmışlardı da, bu ödüle hak kazanmışlardı? Bunun cevabını Gannuşi’den değil, kuruluşların yetkili şahıslarından alacaktım, bu görüşmeleri de yazacağım, inşaallah.

İlkin şu durum tespiti yaptık: Mısır’da kanlı bir darbe olmuşsa da, 2015’te genel kanaate göre Tunus’ta bir darbenin veya bir iç çatışmanın vuku bulması iki açıdan zor görünüyordu: Biri Tunus, ucuza mal üretip dünya piyasalarına süren Avrupalı şirketlerin merkezlerinden biridir; diğeri Burgiba zamanından beri Afrika’nın güvenilir bankaları burada bulunur; Batılılar da Tunus’un bir kargaşaya sürüklenmesini istemezler. Tunus küçük bir ülke, petrolü yok. Petrolü olsaydı Libya gibi olabilirdi. Ancak en önemli etkenlerden biri Nahda’nın geliştirdiği “uyum politikası”yla bir iç kargaşa veya Mısır’da bir askeri darbeye mahal bırakmamasıydı. Nahda buna çok gayret etti ama İhvan’ın siyabette etkin olmasını istemeyen bölgesel ve küresel güçler ona bu imkanı vermek istemedi.

Nahda diğer İslami akım ve örgütlerden farklı bir bakış açısına sahip. Burgiba ve Bin Ali, bir türlü herkesi içine alacak bir ulusal/milli kimlik inşa edemediler. Nahda’nın referansının İslam, makro düzeyde birlik idealinin “ümmet/bölgesel entegrasyon (İttihad-ı İslam)” olması ve Mısır İhvanı’yla olan fikri akrabalığı onun belirgin özelliği olarak öne çıkar. Ancak “insan” denen aktörün bazen tek başına belirleyici olabileceğinin somut örneği muhtemel badireleri akıllılıkla atlatan Nahda’nın Raşid el Gannuşi’dir. Hiç kuşkusuz Gannuşi olmasaydı, Nahda da diğer birçok hareket gibi tekçi, mutlakiyetçi, istilacı ve otoriter bir karaktere sahip olurdu. Bu bir avantaj olduğu kadar dezavantajdır da, zira Gannuşi vefat edecek veya Nahda üzerindeki etkisi azalacak olsa söz konusu “birlikte yaşama fikri”nin devam edip etmeyeceğini bilinemez.

Sömürgecilik ve istibdat döneminde ortak düşman Fransa veya Burgiba-Bin Ali’ydi, devrimden sonra herkes kendisi oldu ve bu da aradaki derin farklılıkları, çatışma potansiyellerini açığa çıkardı. Laik (liberal, sol, komünist ve milliyetçi) kesimlerin İslamcı Nahda’ya ilişkin rezervlerinin bir kısmı genel ve oluşturulmuş algıdan öteye geçmiyordu: “İslamcılar gelirse totaliter rejim kurup yaşama biçimimize müdahale edecek!” Tabii ki Nahda’nın içinde de bunu pekiştirecek bazı kişiler yok değil. Dahası, Nahda’dan ilk başbakan seçilen Hammadi Cibali, göreve başladığı ilk günlerde “VI. Halife Tunus’tan çıkacak” dedi. Buna göre Dört Halife ve Ömer bin Abdülaziz’den sonra raşid VI. Halifeyi çıkarıp İslam alemini bayrağı altında toplayacak olan zat Tunuslu olacaktı. Bu demeç tepkilere yol açtı, sonraları  düzeltilmeye çalışıldıysa da bu sefer Nahda “Padişahlık peşinde koşan Yeni Osmanlıcı Türkiye’nin Tunus ayağı” diye suçlanmaya devam etti. Tunus ve Mısır’da İhvanı yargılayan mahkemelerin suç delili olarak öne sürdükleri arasında “Türkiye ile bağlantılar” veya “Türkiye’nin ülke içindeki uzantıları” suçlamaları dikkat çekiciydi.

Nahda’ya yöneltilen diğer bir eleştiri, İslamcılığı iktidara tırmanırken bir araç olarak kullandığı yönünde. Bu eleştiri yapanlara göre İslamcılar iktidara geldiklerinde, değil İslamcı siyasetin ilkelerini, İslamiyet’in asli hükümlerini dahi bir kenara itmekte, iktidar sarhoşluğuyla güç ve servet toplama peşine düşmekte, acımasızlaşmakta, ülkeyi yağmalamamkadırlar. İddiaya göre Suudi Arabistan’a kaçan Bin Ali’nin şirketleri ekonomiyi kontrol etmeye devam etti, düzenli olarak Bin Ali’nin şirketlerine para aktarılmaya devam edildi, bu arada Nahda’dan siyasiler ve bürokratlar söz konusu işlemden komisyon aldı.  Şirketlerin üst düzey yöneticilerinden bu iddiayı öne sürenler olduysa da, kanıtlanamadı.

Bir eleştiriye göre de Nahda mensupları zindandan devletin tepesine çıktılar, belli bir hazırlıkları ve tecrübeleri yoktu. Bu anlaşılabilir bir mazeret ama içeride veya dışarıda olup da iyi yetişmiş elemanlarından yeterince istifade etmesini bilemediler. Siyasi güdüleri “iktidar için iktidar” olanlar hemen “İslamcı kılığı”na girip vaziyet aldı, Nahda üzerinden iktidar aygıtında kendilerine yer bulabildiler.

Daha köklü bir eleştiriye göre esasında Nahda da önceki sistemi esaslı bir biçimde sorgulamadı, elemanları başına geçince her şeyin iyi olacağını zannetti, oysa sistemin kendisi bozuktu, adaletsiz ve merhametsizdi, kullanan Müslüman da olsa onu acımasızlaştırır.

Sorun ortadaydı: Hem Tunus’u Mısır türü bir darbe ve Suriye türü bir iç savaş tehlikesinden, hem de Nahda’yı adaletsiz bir sistemin jandarması olmaktan korumak gerekirdi. Gannuşi, bu zor işi başarabilecek miydi?

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir