Hasan Postacı Yazdı: Gazze Soykırımı ve Kürt Meselesi Karşısında Türk Solu

05.06.2025

Türkiye siyasi tarihinin en önemli dönemlerine şahitlik edilen günlerden geçiyoruz. Gelecek Türkiye’sinin ve tüm dünyanın artık eskisi gibi kalmayacağını gösteren iki önemli sorunla yeni dönemin sosyopolitik değişiminin yaşandığını belirtmek gerekir.

Bu konuların ilki, 600 küsur gündür devam eden ABD himayeli Siyonist İsrail’in Gazze soykırımı bir utanç sayfası olarak tüm dünyanın gözleri önünde hız kesmeden her geçen gün daha fazla bir insanlık trajedisine dönüşerek devam ediyor.  Filistin işgal planının Gazze soykırımı ile açık bir devlet terörüne dönüştüğü ve hiçbir uluslararası sözleşme, hukuk, norm kural, ahlak ve ilke tanımayan katliamla görünür hale gelen Filistin’in özgürleşme ve bağımsızlık sorunu küresel bir gündem olarak tüm dünyanın geleceğini etkileyecek güçlü bir fay hattı olarak küresel değişimin bir dip dalga etki üreterek dünyanın artık eski bir dünya olmayacağını tüm boyutlarıyla gösteriyor. 

İkinci önemli konu ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinden günümüze kadar çeşitli düzeylerde devam eden, bölgesel etkileri ile artık bir dış politik mesele haline de gelen Kürt meselesi. Son yarım asırdır PKK üzerinden sürdürülen silahlı mücadele sürecinin sonlandırılması, örgütün feshi ve yeni dönem sivil siyasi mücadele stratejisine everilmesi ile yeni bir dönemin şekillenişinin kaçınılmaz kıldığı soyopolitik değişim süreci.

 Kürt meselesi, devletin “Terörsüz Türkiye” tanımlanmasıyla, toplumsal tüm kesimlerin beklentileri bağlamında evrensel, fıtri hak ve özgürlüklere odaklanmış, etnik, mezhebi vb. her türlü ayrımcılığın, inkar ve asimilasyonun giderildiği, Kürtlerin diğer tüm toplumsal alt kimlik ve kesimlerin temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alındığı yeni bir Türkiye süreci olarak anlaşılan, PKK örgütlülüğü açısından demokratik gelişmişliğin ikliminde sivil siyaset zeminine örgütsel yapının dönüşüp, taşınabildiği bir yeni Türkiye süreci olarak görülen Kürt meselesinde yeni bir çözüm ve normalleşmeyi hedefleyen sosyopolitik değişim süreci yaşanıyor.     

Kürt meselesinin ayrıca bölgesel ve küresel siyaset üzerinde de etkiler oluşturduğunu belirtmek gerekir. Siyonist İsrail’in Gazze soykırım ile beraber Esed sonrası yeni Suriye sürecinde kuşkusuz en önemli aktörlerden biri Kürtlerdir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Suriye Kürtlerinin yönetimini temsil eden SDG/YPG oluşumları ve yeni dönemde beklentileri, politik söylem ve duruşları, İran, Irak Türkiye, İsrail, ABD, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere bu ülkelerle politik ve diplomatik ilişkileri Kürt meselesinin dış dinamiklerinin etki ve kapasitesini gösterir.

Türkiye ve dünyanın önemli bir değişim sürecinden geçtiği bu dönemde Türk solunun siyasal etki gücü ve üretkenliğinin hiçbir aktör ve oluşum düzeyinde oluşamadığını söylemek abartı olmaz.

Özellikle radikal Türk solu, sosyalizm ve markizimin çeşitli alt fraksiyonları evrensel düzeyde sürekli anti emperyalist cephede birleşmeye, küresel kapitalist sömürü sistemine karşı mücadeleye, temel insan hak ve özgürlüklerine, yeni sol üzerinden ekolojik mücadele alanlarına teorik açılımlara yapılırken, eylemsel boyutta, proje ve söylem olarak etkin politik bir rol ve misyon üretemediğini görmek gerekiyor.

DEM Partiyi PKK örgütlülüğünün bir organik uzantısı olarak Kürt meselesinde kaçınılmaz aktifliğinin Kürt meselesi özelinde Türk solundan faklı olarak bir etkisinden bahsedilebilir. Ancak Gazze soykırımı ve Filistin özgürlük mücadelesine duyarlılığının Türk solundan faklı olmadığını belirtmek gerekir.

CHP, Kürt sorununa yönelik hiçbir mutfak çalışması olmadan sadece projeyi desteklemenin duygusal söylemi düzeyinde Kürt meselesinde hiçbir somut etki ve katkı üretemediği görülüyor. Kent uzlaşısı üzerinden sözüm ona teröre destek veriyor ajitatif eleştirisini bile etkin olarak yönetemediğini son seçimler üzerinden söylemek mümkün.

CHP’nin Gazze soykırımı karşısında siyasal söylem duruş etkisi olmadığı gibi sosyal ve insani duyarlıklılar bağlamında da her hangi bir karşılık üretmediğini belirtmek gerekiyor. Parti içi kavga ve çatışmaların, çıkar lobilerinin rant kavgalarının CHP’yi siyasal ve ahlaki bir çürümeye terk ederek hızla solun evrensel duyarlıklı ve sorumluluklarından uzaklaştırdığını belirtelim.  Yerel yönetimlerin %65’ini elinde tutan ana muhalefet partisinin, özellikle İktidarın İsrail soykırımı karşısında ikircikli dış politik yetersizliklerini bile gündem almadığını, belediyeler ve parti örgütlenmelerinin Gazze soykırımına karşı dünya solunun kitlesel eylem ve söylemlerinin çok uzağında kaldığını ve evrensel sosyalizmin misyon ve sorumluluklar bağlamında bir kara leke, evrensel sorumluluklarına karşı utanç sessizliği olarak tarihe not düşüleceğini belirtmek gerekir.

 68 ve 78 kuşağının mirasını sahiplenen kimi dernek, parti, vakıf vb. platformların Kürt meselesi ve Gazze soykırımı karşısında farklı sahiplenme düzeylerinin olduğu görülüyor. Kimi oluşumların Kürt meselesi özelinde, kimlerinin ise Gazze soykırımına yönelik cılız söylem ve eylemliliklerinden bahsedilebilir. 

Barış Vakfı gibi platformların Kürt meselesi özelinde bir yoğunluklarının olduğu görülürken, aynı konuyla bölgesel ve küresel boyutta organik ilişkisi olan ve antiemperyalist iklimde sahiplenilmesi gereken Gazze soykırımı ve Filistin’in özgürlüğü meselesine duyarlılıklarının olmadığı görülüyor.

Marjinal bir sol parti olan Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) gibi kimi sol oluşumlar Gazze soykırımı sorununa yönelik duyarlılıkları varken Kürt meselesi üzerinden rol ve misyon sütlenmekten geri durdukları görülüyor DSİP’in Gazze soykırımı sürecinin ilk günlerinden başlayarak “Filistin’e Özgürlük Platformu” adı altında sürdürdüğü çalışmalara diğer sol grupların uzak durması Türk solunun tarihsel kadim problemi olan iç parçalanmışlıklarının hala devam ettiğini gösteriyor.

Oysa geçmişte, 68 ve 78 kuşağı olarak tanımlanan dönemlerde Türk solunun antiemperyalist konularda ortak bir cephede buluşabildiklerini tarihsel olarak gözlemleyebiliyoruz. Örneğin ABD deniz filolarının İstanbul ve İzmir limanlarına gelmesini protesto etmek için birçok sol grubunun ortak cephe eylemlerinde bir araya geldiklerini biliyoruz. Ağırlıklı olarak İstanbul ve Ankara üniversitelerinde örgütlenen sol grupların gençlik hareketleri bugün bile yaptıkları ile Türkiye sol mücadelesinin unutulmaz lider isimleri olarak anılmaktadır. Bu tarihsel miras günümüze aynı evrensel ilkesellik ve güçlü birliktelik ve dinamizm üzerinden taşınamadığını gösteriyor.

Başta Deniz Gezmiş gibi Türk solunun efsaneleşmiş isimlerinin Filistin Kurtuluş Örgütü kamplarında birkaç kez gedip eğitim aldığını görüyoruz. Yine Türk solundan silahlı mücadele eğitimi almak için Filistin ve Lübnan’a giden grupların FKÖ ile beraber İsrail’in işgalci politikalarına karşı savaştığını ve oradaki çatışmalarda yaşamlarını yitirdiklerini görüyoruz.

Oral Çalışların kendi anılarını anlattığı “ Anılarım 68” kitabında DÖB (Devrimci Öğrenci Birliği) Deniz Gezmiş ile beraber kurucusu ve yöneticisi (DÖB’ün başkanlığını Deniz gezmiş yapıyordu) olan Ahmet Özdemir 1973 yılında Filistin’de işgalci İsrail ordusuna karşı savaşırken İsrail komandoları tarafından öldürüldü.

Aynı dönemlerde Türk solunun öğrenci liderlerinden Filistin’de İşgalci İsrail’e karşı savaşırken yaşamını yitiren Bora Gözen, Kerim Öztürk, Cafer Topçu gibi isimlerde başta olmak üzere birçok Türk solunda Filistin Özgürlük savaşında yaşamını yitiren isim olduğu biliniyor.

Türk solunun evrensel antiemperyalist duruşu ve evrensel hak ve özgürlüklere yönelik tarihsel siyasi mücadele mirasının günümüz Türk soluna rehberlik ve örneklik yapmadığını görmek CHP’den DSİP gibi partilere kadar birçok oluşumun siyasal mücadelesinde ki irtifa kaybına, siyasal örgütlülükte eşgüdüm ve düşünsel-eylemsel yetersizlikleri gösterdiğini belirtmek gerekir.

Küresel kapitalizmin tüm yeryüzünü sömür coğrafyasına dönüştürmeye acımasızca, ahlaksızca, hiçbir hukuki ilke ve norm tanımadan sürdürmesi karşısında küresel ortak bir antiemperyalist ortak cephenin gerekliliğini kaçınılmaz kılmaktadır. Sol hareketlerin bu bağlamda tarihsel sorumluluk ve misyonu birçok ülkede deneyimlediği örnekliklerin günümüz dünyasına taşınması ve adalet, özgürlük ve tevhit dini olan İslam’ın küresel sömürü karşısındaki ortak evrensel duruşları ile ortak cephede buluşma çabalarına odaklanmak, tüm yeryüzüne güçlü bir anti emperyalist duruş kapasitesini harekete geçireceğini görmek gerekir.

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir