Hasan Postacı Yazdı: Ruhsal Boğulma Aforizmaları

05.09.2025

Akıp giden yaşamın devinimi içinde ertelenmiş erdemliliklerin taşınamaz ağırlıkları tüm haleti ruhiyeleri kuşatmış durumda. İnsan yaratılış özelliklerinin kaçınılmaz sonuçları olarak kendini varoluşsal anlamda özne kılacak şeylerden uzaklaştırdıkça nesneleşir. Et ve kemik yığınına döner. Kan, hormon ve enzimlerin fiziksel fonksiyonların işlediği ve organ ömrünü tamamlamaya çalışan bir organizmaya dönüşür. Tek kaygı endokrinal mobingin hedonisttik hezeyanlarına her tatmin sonrası limitsizliğe doğru hızlanan yanıtlar üretmek, yaşamanın odağı haline gelir. 

Kitab-ı kerim nefsini ilah edinmek olarak kavramlaştır insana dair bu durumu. Bunun da kendi içinde evreleri vardır. Nefsi emarenin müstekbirleri azınlıkta ancak müstazafları kitleselleşmiştir.  İrade ve aklının vaz geçilmez hedefi mal, mülk, güç, makam, kariyer, konfor, zenginlik üzerinden yaşamı acımasız bir savaşa dönüştürür. Artık yapılan her şey meşrulaşır. Hiçbir değer, inanç, ilke ve erdem anlamlı, bağlayıcı değildir. Ancak tüm olan biteni meşrulaştırmanın makyajlanmış maskeleri olarak kullanılır bir kültürel ritüele indirgenmiş tüm değerler ve erdemler. Gerektiğinde yüklü bağışlar yapılır insani yardım derneklerine. Bir kurban bayramında yoksul ülkelere tüm masraflarının kendilerinin karşıladığı turistik konforlarda yardın organizasyonlarına katılımlar sağlanır. Yıllık umreler ihmal edilmez. Referanslı haclar siyasi imtiyazlar üzerinden ayartılır. Bilmem kaç yıldızlı muhafazakar otellerde tatil yapılmasına özen gösterilir. Yaşadığı görkemli villaların, konutların etrafı yüksek duvarlarla çevrili, yüksek güvenlikli site panolarında, duvarlarında, dilenci giremez, seyyar satıcı giremez, misafir araçların park edemez vb. yazılarla doludur. Ancak çalıştırdığı emekçilerin yediği yemekten içtiği suya, yıllık izinlerinden alacağı tazminata kadar her detayı minimalize etmenin üst düzey tedbirlerini almayı da ticari bir maharet olarak görür ve işini takip edemeyen batar mottosuyla kodlar bunu. Bu ruhsal ve toplumsal çürüme İslami ritüellerle makyajlanarak vicdani rahatlıklar sağlanmaya çalışılır.

Akıl, kalp ve irade, çıkarlar ve yeni güç alanları, konfor limitlerini zorlamanın gerekli düşünsel ve duygusal malzemelerini üretmek için kullanılır. Kendi klişe ve mottolarını üretmekte mahirleşir kalpler, akıllar ve iradeler. İtibardan tasarruf yapılmaz denir örneğin. Maslahatı gözetmek esastır üzerinden suskunluklar, sinmişlikler meşrulaşır. Her doğru her yerde söylenmez mottolarına hikmetli, ferasetli bir bakış payesi biçilir.

Adalet, hak ve özgürlükler, ehliyet, liyakat, eşitlik, emek ve insan merkezli paylaşım kavramlar esnekliğin tüm sınırlarını paramparça edilerek, nepotizmler, yandaşlıklar, partizanlıklar tüm ötekileştirme ve ayrımcılıklar referans kartvizitlerinin potasında anlamsızlaşır. Devlet ve kamunun tüm örgütlü güç mekanizmaları bu çürümenin ideolojik araçlarına dönüştürülür.

Köyden kente tüm yaşam alanları, şehirlerin kimlikleri bu ruhsal ve toplumsal çürümüşlüğün sembolik dokunuşları ile çığlıklarını zaman ve mekâna taşır.

Kabe’nin tepesinde Zemzem Tower bu kirlenmiş kibrin istenci ile bu güç yarışında ilk sıraları kapanlara luxury hac ve umre hizmetleri sunar. Kralın sarayından Beytullah’a açılan özel bir kapıdan inilir. Gelmeden önce tavaf alanının etrafı askerlerle buna hazırlanır, bariyerlerle planlanan yerler kapatılır, kral ailesi ve konuklarına özel olarak tavaf programı yapılır. Hacer-ül Esvet’e el ve göz teması sağlanır.

Beytullah ve Mesicid-i Nebevinin her tarafında Malezyalı, Bangladeşli vb. yoksullaştırılmış İslam coğrafyalarından gelen ve karın tokluğuna çalıştırılan emekçi kölelerle doludur. Gelen hacıların gözlerinin içine bakarlar bir riyal sadaka alabilmek için. Sarp yokuş çıkmayı unutmuş tüm ruhlar ve akıllar. Cahiliye Mekke’sinin maskelenmiş ağır kölelik düzeni daha kök salmış biçimde devam ediyor hala.

Mescid-i Nebevinin kuzey bölgesi bol yıldızlı oteller üst sınıflara hizmet verirken güney bölgesi alt sınıfların, ucuz otel/pansiyonlarda konakladığı bölgeler haline gelmiş. Yine karın tokluğuna çalışan yoksullaştırılmış İslam coğrafyalarından gelen emekçi kölelerin sadaka toplama parselasyonların da bu duruma uygun belirlenmiş. Kimse diğerinin bölgesine giremez. Hiçbir köle efendisinin toprakları dışında çalışamazın çağdaş görüntüsü ile karşılaşırız  

 Habibullah, İbrahim, İsmail ve Hacer’in aziz hatıraları çığlıklara atarak sızlar. Ancak kulaklar sağır, kalp ve gözler kördür. Kabe’nin ve Medine’nin ruhu, gözü ve kalbi Kudüs’tedir, Gazze’de açlıktan ölümlere terkedilen çocukları çığlıkları arasında sessiz görünmez kandan gözyaşlarını döker. Cahil olduğu için zalim ve sınır tanımaz Ebrehe bile daha mert ve onurluydu Kâbe’ye karşı.

Mekke ve Medine görünmez çağdaş putların işgali altındadır. Tıpkı kardeşleri Kudüs’ün fiili ilhak ve işgali gibi. Adeta ruhların, kalplerin, akıl ve iradelerin işgalinin mekâna yansıması gibi bir topyekûn boğulma ve çürüme hali. Vahyin özgürleştirici kelimelerinin dediği gibi bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.

1979 İran İslam Devrimi tüm dünya sarsan yeni bir umut güneşi gibi doğmuştu yeryüzüne. Devrim önce kendi çocuklarını yedi. Gittikçe mezhep ve etnisite batağında otoriterleşti. Egemenlerin söyleminde yine İslam vardı. Ayetullahlar, hücettülislamlar iktidarın gücünün zehirli ikliminde saplandılar. Dünyevileşmenin, mal ve makamın, şehvet ve gücün kasveti 90’lı yıllarda ilk kez evli bir kadının erkek egemen bir toplumda kocasının zina iftirasına kurban edilmesi ile yürekleri yaraladı. İlk taşı kendi çocuklarına attırılırken sanki İbrahim-42 yeniden iniyordu yeryüzünün tüm sağır kalplerine, buna onay veren sarıklı cübbeli tüm siluetlerine: “ … Hangi suçtan dolayı öldürüldüler? Diye sorulduğunda.”

Afganistan’da Rus işgaline boyun eğmeyen mücahitler, kendi içlerinde birbirlerine attıkları bombalarla, mermilerle kardeşkanlarını tarihin utanç sayfalarına not düştüler. Irak’ta, Suriye’de ve daha birçok coğrafyada benzer durumlar yaşandı, yaşanıyor. Türkiye’de Kürt meselesinin kanlı bilançoları ile Buazizin’nin kendi yakmasından Mursi ve arkadaşlarının kurban edilmesine, İŞİD’ten Haşti Şabi’ye, Yemen’den Libya’ya ve şimdilerde Ümmetin kalbi Kudüs’te, Filistin ve Gazze’de çağın firavunu, kadın erkek demeden, yaşlı çocuk demeden soykırımın en kanlı rakamlarını kaydediyor tarihe tüm Müslüman coğrafyanın sukut ikrardandır babından korkunç, affedilemez sessizliğini, tepkisizliğini, meflûç hale getirilmiş aklı, ruhu ve kalbini not düşüyor zamana ve mekâna.

Kurduğu saatle ancak kalkabildi sabah namazının son dakikalarına. Günlerin kısalmaya başladığı bu aylarda namaz sonrası uyku çok sinir bozcuydu. En iyisi sabah namazının son dakikalarını kahvaltıyla birleştirip uyumamak. Yirmili yaşlara yaklaşmış İmam hatipli oğlunu bilmen kaç faklı pedagojik yöntemle çağırdığı ve genellikle olumlu sonuç alamadığı oğluna yeni bir yöntemle;  namaz vakti, namaz vakti! Diye öznesiz, sen ve ben dili kullanmadan seslendi. Sonuç yine değişmedi. Genç homurdanarak yatakta 180 derece dönerek yeni bir uyku pozisyonda deliksiz devam etti. 

Otuz küsur yıllık iş hayatının son yıllarında kamudan özele tescil edilmiş kölelikleri ertelenmiş erdemliliklere tercih eden hikâyelerin hüzünlü günlerine her gün bir yenisini ekleyerek yeni bir sabaha başlamıştı. Sakal tıraşı olmalıydı. Köpüklü yüzünden ilk jileti her zaman sağ şakaklarından aşağıya doğru keserek tıraşa başlardı. Ve o artık belli belirsiz hale gelen öğrencilik yıllarında İslami mücadele kavgalarından kalan tel örgü sıyrığıyla yüzleşirdi aynada. İstem dışı “hayat iman ve cihat..” marşının ezgileri gelirdi dudaklarına. Ara sıra dalardı ömrün geçip giden yıllarına. Ama hayatın gerçekleri hemen dürterdi yeniden. Servise geç kalacaksın. Hızlanmalısın. Birkaç lokma ekmek, biri iki zeytin bu arada hızlıca giyinip yaka paça kendini dışarı atarak hızlı adımlarla servise bineceği asırlık çınarın altında bulurdu kendini. Kalan birkaç dakikada asırlık çınarla selamlaşır. Birkaç kelam eder dertleşirdi. Bazen kızardı çınara. Bir sonbahar yağmurunda yine kaprisi tutmuş korunmak için çınarın altına girmemişti inadına. Sırılsıklam ıslanmayı tercih etmişti yağmur altında bir İstanbul sabahında. Eski sevdaların ve kavgaların öcünü asırlık çınardan alıyordu sanki.

Telefona gelen mesaj yine kentin en büyük meydanında Filistin ve Gazze için eylem çağrısı yapıyordu. Gitmeliydi. En azından bu düzeyde bir şahitlik yapmalıydı. Mesai bitimine doğru evden gelen Pazar yapmaya gitmeliyiz, bugün dışarıda yer miyiz baba, yönetici mesaiden sonra ziyarete gelecek geç çıkacağız vs… mesajları yeni bir ertelenmiş erdemlilik sendromuna teslim alıyordu aklı, iradeyi ve ruhu.

Üniversite sonrası kendi firmasını kurmayı başarmış, kısa sürede zengin olmuştu. Öğrencilik yıllarında karizmatik öğrenci temsilcilerinden biriydi. Net, sert ve tavizsiz konuşurdu. Dava için hiçbir mazereti hoş görmez, hiçbir gevşekliği, ciddiyetsizliği affetmezdi. Zaten birkaç yıla kadar devrim gerçekleşecek ve çok daha ağır bir sorumluluk dönemi başlayacaktı ve her kes kendini bu zor dönemler için hazırlamalıydı.

Okulu uzattıkça uzattı, yüksek linsansa başladı sırf üniversitede kalmak için. Dava arkadaşları mezun olmuş herkes bir yol tutmuştu. Operasyon üstüne operasyon yiyordu tüm İslami yapılar. Kendisi artık hem devlette hem de aile çevresinde sakıncalı bir piyadeydi. Dışlanan ve tehlikeli görülen. Geçinmek için küçük ticari işler yapmaya çalıştı. Kıyısından köşesinden tuttuğu için yaptığı işlerin başarılı olamadı. İhtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi. Borç isteyecek kimsede kalmamıştı artık çevresinde. Babaya el açmak yakışı kalmazdı. Okul yıllarında sinsi ve çıkarcı gördüğü bir arkadaşına rastladı. Eski günleri yâd ederek bugün halinin vaktinin yerinde olduğunu, artık güçlü bir ticari kapasiteye ulaştığını isterse kendisine yanında iş verebileceğini ifade etti. Sinsi ve çıkarcı gördüğü arkadaşının bu sözleri bir mermi gibi saplanmıştı yüreğine. Bir karar aldı. Önce zengin ve güçlü olmalıydı ve oldu da. Şimdi yanında onlarca çalışanı olan, fabrikadan, lüks araçlara, seçkin mütedeyyin semtlerde gösterişli konutlara sahipti. Sabah lüks otomobilini cep telefonunun uygulamasından klimalarını, koltuk ısıtma veya soğutmalarını açarak hazır hale getirirken Filistin ve Gazze için aynı eylem mesajı sosyal medyadan teflonuna düştü. Bir an kalp atışları hızlandı. Durdu eyleme gitmek ve orada görünmek ticari ilişkilerine büyük zarar verirdi. Yılların birikimi bir anda heba olabilirdi. Hanıma ve çocuğa mı gitmesini söylesem diye düşündü bir an. Hayır, buda olmazdı. En iyisi hükümetin düzenlediği, her semtten belediye otobüsleri ile eyleme insanların taşındığı Filistin eylemlerine katılmaktı. Hem bu birçok boyutuyla iyi bir akreditasyon sağlardı. Böylece anın fıkhının ifası da gerçekleştirilmiş olurdu.

İş yerine geldiğinde yine işe aldığı eski dava arkadaşından şikâyet etti genel müdür. Efendim izinsiz namaza gidiyorum diyor saatlerce gelmiyor. Bizden izinsiz keyfi hareket ediyor. İstediği zaman şirket araçlarını alıyor nereye gittiğinin bilgisini bile vermiyor. Depodan konsinye numenler istediği zaman alıyor bizlere de bilgi vermiyor. Çok şımartmışsınız adamı. Size olan yakınlığını çalışanlar bildiği için kimse bir şey diyemiyor. Kurumsal kimyamızı bozuyor anlayacağınız. Yine de siz bilirsiniz, takdir sizin.

Dava arkadaşı ile ilgili onlarca defa gelen şikâyetleri artık taşıyamadığını düşündü. Geçmişin bu duygusal zindanından artık kurtulmalıydı. Şimdi baktığında dava arkadaşını işe almasının ne büyük bir hata olduğunun farkına vardı. Ama bu sorun böyle devam edemezdi. Mutlaka çözülmeliydi. Genel müdüre tamam dedi. Ben ilgileneceğim.

Arkadaşını kendi özel telefonundan aradı ve görüşmemiz gerekiyor diyerek odasına davet etti. Görkemli deniz manzaralı ofisin teras bölümüne geçtiler. Sekretere kimse rahatsız etmesin talimatını verdi ve iki şekersiz kahve istedi. Terastaki küçük masa, makam masasındaki özel planlanmış uzaklığın aksine çok daha mesafesiz bir yakınlık oluşturuyordu. Nasılsın kardeşim diye sordu. Onlarca yıllık dostluğun verdiği sezgi ile arkadaşının ses renginin soğukluğunu hissetmişti. Bir süredir şirkete yeni gelen genel müdür ile sorunlar yaşadığının kendisi de farkındaydı. Daha çok bir patronun ses tonunu sesinin renginden gidermemişti. Biliyorsun dedi. Çok büyüdük. Eninde emeklerin çok oldu. Gözüm hiç arkada kalmadı. Kendi işin gibi sahiplendin. Gece gündüz her işe soruna el attın. Artık dış ülkelere açılıyoruz. Dünyanın birçok ülkesine satış yapıyoruz. Daha kurumsal, profesyonel ve küresel ticarette donanımı yüksek kadrolarla, yöneticilerle çalışmak zorundayız. Bizler 80’lerin, 90’ların asi çocuklarıyız. Çok fazla kural ve disiplin bizi boğar yapamayız. Bu yaşlardan sonrada değişmeyiz. Dava arkadaşı sözün nereye varacağını anlamıştı. Bu işi uzatmanın bir anlamı yok. Nasıl diyorsan öyle olsun. Yani diyeceğim tarzlarımız artık bu sisteme uymuyor. Ben kardeşime tazminatını tastamam hatta ihtiyacın varsa fazlasıyla vereyim demeden arkadaşı sözünü kesti ve anladım, tamam dedi ellerini ellerinin üstüne koyarak dert etme kendine ben yeni bir iş bulurum. Gözlerinin içine son bir kez bakarak geçmişin o derin dehlizlerinden ölümüne sözleşmelerin kurduğu sarsılmaz gibi görünen kelepçe gibi dostlukların tüm kilitlerinin çözüldüğünü kavramanın çıplak ve acımasız gerçekliği ile o son bakışlarda yüzleşti ve ayağa kalkarak odadan çıkmak istedi. Dur otur kahveni iç hele dedi artık patron olan arkadaşı ona. Teşekkür ederim, gerek yok diyebildi. Tamam dedi patron o zaman. Muhasebeye git gerekli işlemleri başlatsınlar. Tamam dedi patrona kapıya yönelirken. Son kez patron seslendi ona arayacağım seni, iş başka dostluk, kardeşlik başka mottosunu ekledi sözlerine. Mutlaka görüşeceğiz diye ekledi. Eski şarkıların dediği gibi; Bir gönül sayfası daha kapandı.

Nihayet üstündeki büyük yük kalkmıştı. Üstelik umduğundan çok daha kolay olmuştur. Diğerleri gibi bir şeyler istememiş, dava açmakla falan uğraştırmamıştı kendisini. Nihayetinde yıllanmış bir dostlukları vardı diye düşündü. Hükümetin düzenlediği Filistin ve Gazze mitingine gidip gitmeyeceğin sormak için aynı muhafazakâr derneğe üye plan birkaç iş adamını aradı. Ortak miting programı yapıldı. Önce boğaz manzaralı tarihi kasırda öğlen yemekleri yenecek, sonra miting alanına geçilecekti. Üstelik iş adamı arkadaşı ticaret bakanı ile görüşme ihtimalinden bahsetti. Bakanı okul yıllarından uzaktan tanırdı. İslami çevrelerin içinde önemli bir gençlik lideriydi zamanında. Bakanla referanslı tanışmak büyük iş sözleşmelerin kapısını aralamak demekti. Bunları düşündükçe Gözleri parladı. Bir mutluluk tebessümü sardı yüzünü. Keyfine diyecek yoktu. Sonra aniden Franz Kafka’nın Dönüşüm kitabı düştü aklına. Nerden, neden bu kitap diye geçirdi aklından. Her halde bir bilinçaltı çağrışımı olmalıydı diye geçirdi içinden. 

 Büyük mücadeleler verdiği dava toplumsallaşmış ve iktidarı kazanmışlardı. Artık yeni bir Türkiye için daha çok çalışılmalıydı. Başörtüsü eylemlerinden dolayı okuldan atılmış, ama yılmamış mücadelesini devam ettirmişti. Çıkan afla okulu bitirme şansı elde etmiş ama yıllar sonra evlilik çoluk çocuk derken sınavları verememişti. Parti üst düzey yöneticileri arasında olan dönem arkadaşlarının referanslarıyla parti örgütlenmelerinde kadın kollarında yönetici olarak çalışma imkânlarına kavuşmuştu. Bir sonraki adım ilçe belediye seçimlerin meclis üyesi ve ardından seçilmiş belediye başkanı olmak için arkadaşlarından söz almıştı. İstanbul ‘da Esenler, Sultangazi, Arnavutluk, Sultanbeyli gibi ilçelerde kadın siyasetçi kontenjanları üzerinden yükselmek çok daha kolaydı. Oda tercihini buralardan yaptı ve nihayet ilçe belediye başkanı olmuştu. Özel odası, sekreteri, şoför ve lüks makam aracı… İnanması zor bir dünyanın kapılarını ardına kadar açmıştı ona başkan yardımcılığı.

Hemen siyasi referanslarının yardımıyla büyük zorluklarla okuttuğu tek çocuğunu son dönemin en iyi koşullarını sağlayan THY, Aselsan, Roketsan vb. şirketlerin birinde istihdam etmenin yollarını aradı ve nihayet Ankara’da istediği pozisyonda gözünün bebeği evladına yüksek maaşlı bol imkânlı bir pozisyonda işe aldırdı. Ardından dillere destan üst düzey bir bürokrat evladıyla evlendirerek yuvasını da kurdu. Onlar Ankara’da kendisi İstanbul’da ayrı kalacaklardı ama olsun bu kadarcık bir duruma da katlanmak lazımdı. Ayrıca her fırsatta Ankara ile ilgili belediye işlerini üstlenerek sık sık ziyaret edebilecekti evlatlarını.

İstanbul Havalimanı yurtdışı uçuşu için Amsterdam THY bankosundan biletini aldı ve çıkış harcını almayı unutmayın uyarısını yapan görevliye teşekkür ederek uçuş yapacağı kapıya yöneldi. Kapı yakınında yer alan banka oturdu ve son birkaç ayda olanları tekrar düşündü.

Okulu dereceyle bitirmişti. Güneydoğu’nun yoksul coğrafyalarından biri olan Hakkâri Çukurca’dan çalışıp Ankara Hukuku kazandığı o günlerim üzerinden 5 yıl geçmiş ve nihayet okuldan dönem 2. Olarak mezun olmuştu. Anadili olan Kürtçeden kalma sert K, H, R ve Ğ gibi harfleri çok daha düzgün bir Türkçe ile okumak için uzun yıllar bol bol egzersizler yapmıştı. Konuşurken çok dikkat ediyordu bu sert ünsüzlerin içinde barındıran kelimeleri telaffuz ederken. Ancak sevinç ve kızgınlık gibi olağandışı durumlarda istenç dışı, kontrol edemiyordu yine bu sert ünsüzü olan kelimeleri. Bu durum onun Kürt olduğunu ele veriyordu. Ancak elden ne gelir. İkinci ismi olan Şoreş ismi de sorun oluşturması kaçınılmazdı hâkim, savcı, kaymakam olma hayallerinin karşısında. Mahkeme kararı ile sorun olan Şoreş ismini kaldırdı.

Hakimlik savcılık sınavlarına iyi hazırlanmış ve ülke genelin ilk ona girerek 5. Olmuştu. Artık yaşamındaki en önemli hedefe ulaşmanın önünde hiçbir engel kalmadığını düşünüyordu. Basit bir mülakat ve sonrasında atama. Kazanacağına olan inancı tamdı.

Mülakat günü ve saati geldi odaya girdiğinde biraz yüksekçe bir yerde komisyon üyelerinin karşısında bulunan sandalyeye oturdu. Etkili ve geçerli bir referansı var mı, detaylı adli sicilinde teyzesi oğlu ile ilgili bir dava ve mahkumiyet var gibi fısıldaşmaları duyduğunda kötüye yormak istemedi. Sonra ortada oturan komisyon başkanı sandığı yaşlı kişi evladım tebrik ederim seni sınavda Türkiye 5. Olmuşsun. Mezun olduğun üniversitede de başarın çok iyi. Neden hakim veya savcı olmak istiyorsun, Ne yapmaktan hoşlanırsan, baban ne iş yapar, yargıda hangi alanda uzmanlaşmak istersin gibi uzmanlık gerektirmeyen birkaç sorudan sonra artık tüm umutları yıkılmıştı. Seçilemeyeceğini anlamıştı. Çıkabilirsiniz denildiğinde bir soru sorabilir miyim dedi. Sor evladım dedi komisyon başkanı. Neden benim hukuk bilgim, uzmanlık alanım ile ilgili sorular sormadınız? Biz başka şeylere bakıyoruz dercesine gülümsediler komisyon üyeleri birebirine bakarak. Tamam çıkabilirsin denildi tekrar. Ayrıldığında sanki tüm dünya başına yıkılmıştı.

Öngörüsünde haklı çıkmış ve kazanamamıştı. Kahrolmuştu günlerce. Bu durumu bir türlü kabullenemiyordu. Ancak acımasız gerçeklerle yüzleşmekten başka çarede kalmamıştı. Yakın bir akrabasının Hollanda’ya çalışmak, yerleşmek ve yaşamak için teklifini geri çevirmedi ve işte şimdi vatan bildiği ülkenin belki de son kez bir havalimanında bulunarak Amsterdam’a gitmeyi bekliyordu. Uçağa biniş anonsunu duyduğunda yavaşça yerinden kalktı büyük camdan havalimanın uzaklarında görünen yeşilliklere, evlere son kez hüzünlü bir şekilde baktı ve uçağa yöneldi.

Yaşanma olasılığı yüksek benzer yığınla öyküden bahsetmek mümkün. Yaşamı anlamlı ve izzetli kılan vahiy ikliminde adalet, özgürlük ve erdemliliklerin merkeze aldığı bir varoluşu tüm toplumsal kesimler nezdinde gerçekleştirmektir. Kitabın, ahiret odaklı nübüvvet rehberliği ve örnekliğinde yeni bir dünya her durum ve koşulda inşa edilebilir. Yeter ki buna layık güçlü şahsiyetler ve topluluklar olabilelim.     

Hasan Postacı’nın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir