09.10.2025
İbn Arabî, eserlerinde “iki gözle görmek” metaforunu, hakikati idrak etmenin yolunu açıklamak için kullanır. Bu ifade özellikle tasavvufî ve metafizik-ontolojik bir bağlamda geçer; yani Allah’ın aşkın (tenzîh) ve içkin (teşbîh) yönlerini aynı anda idrak etmeyi ifade eder. İbn Arabî’ye göre hakikati yalnız bu çift yönlü bakış açısıyla kavrayabiliriz. Tek gözle (sadece tek bir perspektifle) bakan kişi sınırlı ve eksik bir görüşe sahip olur; oysa “iki gözle gören”, kâinatın görünen ve görünmeyen yanını, Allah’ın hem mutlak aşkınlığını hem de her şeyde hazır ve mevcut oluşunu birlikte müşahede eder.
İfade ve Bağlam: Akıl ve Hayal İki Göz Gibidir
İbn Arabî’nin terminolojisinde kalp (kalb) idrak mahallidir ve “iki göze” sahiptir: Biri aklın gözü, diğeri hayalin (keşfin) gözü. Akıl gözü, Allah’ı mukayese kabul etmez mutlak aşkınlığıyla görür; hayal (mânevî basiret) gözü ise O’nu her şeyde tecellî eden yönüyle görür. İbn Arabî şöyle der: “Kalp – ona göre – iki gözle görür: Akıl ve hayal gözleriyle,” bu gözlerden birinin ağır basması idraki sakatlar. Gerçekten de kalbin iki gözünden biri ihmal edilirse, insan eşyanın hakikatini olduğu gibi göremez.
“İki gözle görmek”, İbn Arabî’nin bilgi teorisinde akıl ve manevî sezgi (keşf) olmak üzere iki türlü idrak melekesini birlikte kullanmak demektir. Sadece filozofların yaptığı gibi tek gözle, yani yalnız akıl gözüyle bakmak, Allah’ın varlığın özündeki tezahürlerini ıskalamak anlamına gelir. Buna karşılık sûfîler her iki gözü de açarak, akıl ile tenzîh (Allah’ın mutlak aşkınlığı) ilkesini korur, hayal ve keşifle de teşbîh (Allah’ın varlıkta tecelli edişi) yönünü kavrarlar. İbn Arabî bu dengeyi Kur’an’ın iki ismine atıfla açıklar: el-Cem‘ (toplayıcı birlik, bütünlük) ve el-Furkân (ayrım, çokluk). Sadece “Cem” ile yetinen “tek gözlü” biri için her şey yekpare birliğe indirgenir; oysa “Furkân” yönünü de gören, zâhir-bâtın, birlik-çokluk tüm boyutları idrak eder. İbn Arabî Fütûhât’ta şöyle yazar: “Kim Kur’ân’a sadece cem (toplayıcı birlik) olarak bakarsa bir tek göz sahibi olur… fakat kim onu mecmû (çoklukların bütünü) olarak ele alırsa onun için Furkân (ayrım) olur”. Yani kâmil idrak hem birliği hem çokluğu birden görmeye dayanır.
Fütûhât’taki Örnek: “Tek Gözlü” Filozof ve “Çift Gözlü” Ârif
“el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye” adlı eserinin 167. bölümünde İbn Arabî, “saadet kimyası”nı (kimyâ-yi sa‘âde) tanıma bahsinde bu konuyu temsilî bir kıssa ile anlatır. Bir filozof ile bir velî (peygamber yolundan giden sûfî) beraberce semavâtı aşarak Allah’a yükselirler. Filozof, yol boyunca her feleğin hakikatini sadece akıl gözüyle kavrar; meselâ Ay katına geldiğinde Ay’ın kozmik işlevini soyut aklıyla anlar. Velî ise iki gözle bakarak hem akıl hem hayal ile görür: Aynı mertebede Hz. Âdem’le karşılaşır ve o feleğin bâtınî hakikatini, ilâhî isimlerin öğretilmesinin sırrını keşfeder. Yedi kat semayı geçtiklerinde filozof daha ileri gidemez; zira sadece akıl gözüyle bakan birinin idraki sınırlıdır. Oysa velî, peygamberlerin rehberliğiyle hayal gözünü de açtığı için her mertebenin ruhanî hakikatine muttali olur. İbn Arabî bu temsille, gerçek ma‘rifetin (irfanın) ancak iki gözün dengeli kullanılmasıyla mümkün olacağını vurgular: Filozoflar Zorunlu Varlık’ın (Vâcibü’l-Vücûd) aşkınlığını gördüklerinde haklıydılar, fakat tek gözle baktıkları için içkin olanı (Allah’ın âlemde tecellisini) tam göremediler. “Kalbin ikinci gözü olan nûrlu hayal olmadan, hakikatin tam tecellisi görülemez” diyerek onları eleştirir. Peygamberlerin rolü ise iki gözü açmak ve insanı tenzîh ile teşbîhi dengeli görmeye öğretmektir.
“Hüve/Lâ Hüve”: İki Gözle Görülen Varlık Paradoksu
İbn Arabî’nin “iki göz” metaforu, varlığın mahiyetine dair ünlü ifadesi “Hüve/lâ hüve” (O’dur/O değildir) ile yakından ilişkilidir. Ârif kişi, kâinattaki her şeyin aynı anda “Allah” ve “gayr-Allah” olduğunu idrak eder. Tevhidin bu incelikli yorumuna göre: Varlıkta Allah’tan başka hakiki mevcut yoktur, fakat görünen her şey de zât olarak Allah değildir. Her bir mahlûk, “Allah’ın vechidir” (O’nu gösterir) ve aynı zamanda “perdesidir” (O’nu gizler).
İbn Arabî Fütûhât’ta bu gerçeği şöyle dile getirir: “Gayr (Allah’tan başka görünen) hakikatte hem sâbittir hem değildir; O’dur ve O değildir”. Bu paradoks, tenzih ve teşbihin birlikteliğidir. İki gözle bakabilen kişi, her şeyde Hakk’ın tecellisini görür, fakat aynı anda Hakk’ın yaratılmış hiçbir şeyle mukayese edilemeyecek münezzeh olduğunu da bilir. Meselâ, İbn Arabî’ye göre gül bir renktir ve renkler mutlak nurdan (ışık) ortaya çıkar; bu yönüyle gül Allah’ın Nur isminin tecellisidir (O’dur). Ancak gül bir gül olarak sınırlı bir varlığa sahip olduğu için de mutlak İlâh olamaz (O değildir). Hüve/Lâ hüve, işte bu ikili bakışın formülüdür. Dolayısıyla “iki gözle görmek”, vahdet (birlik) ve kesret (çokluk) hakikatlerini bağdaştırarak Vahdet-i vücûd anlayışının deneyimlenmesini mümkün kılar.
Anlam Katmanları ve Mecazî Değer
“İki gözle görmek” mecazının birkaç katmanı vardır: Epistemolojik düzlemde, bir şeyi iki gözle görmek derinlik algısı sağlar. Tek gözle bakan biri derinliği algılayamaz; benzer şekilde, sadece zahirî akla dayanan bir idrak, varlığın deruni hakikatine nüfuz edemez. Çift gözlü bakış ise “stereoskopik” bir marifet kazandırır – hakikatin hem aklî hem keşfî boyutlarını aynı anda kavramayı sağlar. İbn Arabî açıkça, “Allah’ı, âlemi ve kendimizi iki gözle göremezsek, eşyayı bizâtihî (olduğu gibi) göremeyiz” diyerek bunun altını çizer.
Metafizik düzlemde, iki göz tenzih ve teşbihin sembolüdür. Akıl gözü bir yandan “Lâ ilâhe illâ Hu” (Allah’tan başka ilâh yoktur) hakikatini tekrarla Allah’ın aşkınlığını tasdik eder; hayal/kalp gözü ise “Allah her şeyle beraberdir” hakikatini tecrübe ederek Allah’ın her an her yerde hazır oluşunu keşfeder. Bu iki bakış birlikte çalışmadığında, ya Allah ile kâinat arasında mutlak bir kopukluk (aşırı tenzih) ya da yaratıcı-yaratılan ayrımının müstehilsizce silinmesi (aşırı teşbih) gibi itikadî hatalara düşülebilir. İbn Arabî, tevhîd’in bu iki ilkenin dengesi olduğunu vurgular: “İnsan olmak, İlâhî sûret olmaktır… Gerçeği anlamak ancak iki gözle görmekle mümkündür” diyerek, insanın hem Allah’tan “başka” (münezzeh) hem de O’nunla “bir” (mütecellî) yönü bulunduğunu belirtir.
Tasavvufî-psikolojik düzlemde, kalbin ritmik atışı bu iki göz arasındaki gidip gelmeyi simgeler. Kalb kelimesi Arapça’da “dönmek, değişmek” anlamındaki taqallub kökünden gelir; kalp sürekli bir halde bir gözden diğerine tevbe eder gibi devretmektedir. İbn Arabî’ye göre ilâhî birliğin doğası gereği, kul aynı anda iki yöne tam nazar edemez; “birlik, aynı anda çift bakışı menetmiştir”. Bu nedenle kalp bir an aklın gözüyle bakıp “O değil” der, hemen peşinden hayalin gözüyle bakıp “O’dur” der – kalp atar, bir tenzih, bir teşbih nefesi alır. Bir kaynak bu durumu şöyle dile getirir: “Kalbin her an çarpması, bir gözden diğer göze daimî geçişi sembolize eder; İlâhî birlik bu geçişi zorunlu kılmış ve aynı anda iki gözle bakmaktan menetmiştir.” Bu hızla ardışık çift bakış, sonucu itibariyle eşzamanlı bir idrak gibidir: Ârif, kesintisiz bir farkındalıkla her şeyde Hakk’ı görür ama hiçbir şeyi Hakk’a denk tutmaz.
Sonuç olarak, İbn Arabî’nin “iki gözle görmek” ifadesi, ontolojik bir hakikatin epistemolojik anahtarıdır. Varlığın “Hüve/lâ hüve” ikilemini çözmek, ancak iki türlü idrak nurunu bir arada kullanmakla mümkün olur. Bunu başaran “çift görüşlü” arifler, içinde yaşadığımız kabuğun ne denli şeffaf olduğuna tanık olurlar; onlar dışarıdan bakıldığında herkes gibi işlerine gücüne devam ederken (“eli işte”), iç dünyalarında gözleri daima Ma’şuk’la beraberdir (“gözü oynaşta”). İbn Arabî’nin de belirttiği gibi, ancak iki gözün berrak görüşüne sahip olanlar eşyayı hakikatiyle görüp hakikate vâkıf olabilirler. Bu, hem irfânî bir makam (kemâl düzeyinde marifet) hem de varoluşsal bir idraktir: İki gözle bakabilen, Hak ve halkın aynı hakikatin aynadaki iki yüzü olduğunu sezerek Vahdet ve kesretin sırrına mazhar olur.