Kadir Canatan Yazdı: Fransa, Almanya, Abd ve İngiltere’de Vatandaşlık Tanımlarının Karşılaştırılması (II)

30.09.2025

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)

ABD’de vatandaşlık, açık ve evrensel bir şekilde toprak esasına (jus soli) dayalı olarak tanımlanmıştır. ABD Anayasası’na 1868 yılında eklenen 14. Değişiklik (Madde XIV, Bölüm 1) vatandaşlık tanımını net biçimde ortaya koyar: “Amerika Birleşik Devletleri’nde doğmuş veya yasal olarak vatandaşlığa alınmış olan ve [ABD’nin yargı yetkisine tabi olan] tüm kişiler, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve bulundukları eyaletin vatandaşıdır”. Bu Vatandaşlık Klozu, özellikle iç savaş sonrasında eski kölelerin ve tüm doğum yoluyla gelen kişilerin vatandaşlığını güvence altına almak için kabul edilmiştir. Metindeki “Birleşik Devletler’de doğan tüm kişiler…” ifadesi son derece kapsayıcıdır ve etnik köken, ten rengi veya ebeveyn statüsü ayrımı gözetmez. Bu sayede ABD, anayasası düzeyinde her bireyin doğumla vatandaş olabileceği bir ilkeyi benimsemiştir. (Yalnızca yabancı diplomat çocukları gibi ABD yargı yetkisine tabi olmayan sınırlı istisnalar bu tanımın dışındadır.) Ayrıca federal yasalar yoluyla, Amerikan vatandaşlarının yurt dışında doğan çocuklarına da (belirli şartlarla) jus sanguinis vatandaşlık hakkı tanınmıştır, ancak ABD vatandaşlık hukukunun temelini doğum yeri esası oluşturur.

14. Değişiklik metnindeki dil son derece evrensel ve kapsayıcı niteliktedir. “Tüm kişiler” ifadesi, vatandaşlık tanımında ırk, etnik köken veya dine dair herhangi bir sınırlama olmadığını vurgular. Bu dilin kullanılması, 1857’deki Dred Scott kararının (Afrika kökenli insanların vatandaş sayılamayacağı yönündeki yargı kararı) etkilerini ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Böylece ABD Anayasası, vatandaşlığı hukuki bir statü olarak tanımlayarak etnik-ulusal kavramları tamamen dışlamıştır. Anayasa ayrıca tüm vatandaşların eşit korunmasını da garanti ederek (14. Değişiklik, Eşit Koruma Klozu) hukuken ayrım yapmamayı güvence altına alır. ABD’nin vatandaşlık söyleminde “millet” kavramı, herhangi bir etnik gruba gönderme yapmaksızın, ortak anayasal ilkelere bağlılık (özgürlük, eşitlik, hukukun üstünlüğü gibi) etrafında şekillenir. “Amerikan ulusu” bir anlamda bir fikir ulusu (creedal nation) olarak tanımlanır; Amerikalı kimliği, yasal yurttaşlık statüsü ve bağlılık yemini ile kazanılabilen, evrensel değerler taşıdığı iddia edilen bir kimliktir. Dolayısıyla dil açısından ABD’nin vatandaşlık tanımı en kapsayıcı örneklerden biridir.

ABD’nin coğrafi doğum temelli vatandaşlık kuralı (doğumla vatandaşlık), ülkenin göç ve entegrasyon politikasında kritik bir rol oynar. Bu ilke sayesinde, ABD topraklarında doğan göçmen kökenli ikinci nesil tamamen ABD vatandaşı olarak büyür ve siyasi-toplumsal haklara doğuştan sahip olur. Bu durum, göçmen ailelerin çocuklarının topluma dahil olmasını hızlandırmış ve “Amerika bir göçmenler ulusudur” şeklindeki anlayışı desteklemiştir. Vatandaşlık tanımında etnik kısıt olmaması, tarihsel olarak dünyanın her yerinden insanların Amerikalı olabileceği fikrini pekiştirmiştir. Nitekim 20. yüzyılda göçmenlik yasaklarında ırksal kotalar (Asyalıların vatandaşlığa alınamaması gibi) zamanla kaldırılmış; 1965 Göçmenlik ve Vatandaşlık Yasası ile milliyet kotaları da iptal edilerek daha eşitlikçi bir göçmen kabul sistemi benimsenmiştir. Günümüzde ABD vatandaşlığına geçmek (doğum dışı yolla) genellikle 5 yıllık yasal ikamet, temel İngilizce bilgisi ve bir vatandaşlık sınavı (yemin) şartlarına bağlanmıştır ki bu şartlar dünyanın pek çok ülkesine kıyasla erişilebilir kabul edilir. Doğum hakkı vatandaşlığı politikası zaman zaman tartışmalara yol açsa da (örneğin yasadışı göçmenlerin çocuklarının vatandaş olması meselesi), Anayasa değişmeden bu prensip değiştirilememektedir. Bu durum, Amerika’da etnik azınlıkların hızla demografik ve siyasi güç kazanmasına olanak tanıyan bir faktör olmuştur. Sonuç olarak ABD, vatandaşlığın tanımını evrensel ve hukuk önünde eşitlikçi temelde yaparak, çok-etnili bir toplumda ortak bir vatandaşlık bilinci oluşturmayı hedeflemiştir. Bu yaklaşım, ülkenin farklı kökenlerden gelen insanları tek bir ulusal kimlik altında birleştirme projesinin temelini oluşturur.

Birleşik Krallık (İngiltere)

Birleşik Krallık’ın yazılı, tek bir anayasa belgesi olmamakla birlikte, vatandaşlık esasları çeşitli yasalarda tanımlanmıştır. Tarihsel olarak Birleşik Krallık (İngiltere) jus soli ilkesinin anavatanı sayılır; 17. yüzyılda Calvin’in Davası (1608) kararıyla İngiliz hukukunda “taç egemenliği altındaki topraklarda doğan herkes doğal doğumlu İngiliz sayılır” prensibi kabul edilmişti. Bu gelenek uyarınca 1983’e kadar, Britanya adalarında doğan herkes (ebeveynlerinin uyruğuna bakılmaksızın) doğuştan Britanya vatandaşı/tebaası sayılıyordu. Ancak Britanya İmparatorluğu’nun dağılması ve artan göç hareketleriyle bu kural yeniden düzenlendi. En önemli yasal çerçeve olan 1981 Britanya Vatandaşlık Yasası (1983’te yürürlüğe girdi) vatandaşlık kategorilerini yeniden tanımladı. Bu yasayla koşulsuz doğum yeri vatandaşlığı kaldırılarak 1 Ocak 1983’ten sonra Birleşik Krallık’ta doğan bir çocuğun vatandaşlık hakkı, ebeveynlerinden en az birinin Britanya vatandaşı veya kalıcı oturum (süresiz ikamet) sahibi olmasına bağlandı. Yani günümüz İngiltere vatandaşlık hukuku, jus soli ve jus sanguinis karışımı bir modele dayanır: Kan bağı veya yerleşiklik bağı şart koşulur. Bunun yanında, Britanya vatandaşlığı kavramı imparatorluk mirası nedeniyle birden fazla kategoriye ayrılmıştır (Britanya Denizaşırı Topraklar vatandaşı, İngiliz Ulusal (British National Overseas) gibi alt statüler), fakat tam vatandaşlık haklarına sahip “Britanya vatandaşı” statüsü esasen Birleşik Krallık’la güçlü bir bağlantısı olan (doğum, soy veya ikamet yoluyla) kişilere tanınır.

İngiliz vatandaşlık mevzuatında dil genellikle nötr ve hukuki bir nitelik taşır; ırk veya etnik kökene atıf yapılmaz. 1981 tarihli yasanın ilgili hükümleri, “Birleşik Krallık’ta doğan bir kişi, eğer doğduğu anda annesi ya da babası Britanya vatandaşıysa veya süresiz oturum hakkına sahipse Britanya vatandaşıdır” şeklinde ifade edilmiştir. Görüldüğü üzere, burada belirleyici kriter ebeveynin hukuki statüsüdür, etnik kimliği değildir. Bu açıdan İngiltere’nin tanımı evrensel/hukuki bir tanım olarak değerlendirilebilir. Öte yandan, Britanya vatandaşlığı kavramının tarihsel gelişiminde dolaylı da olsa etnik imalar etkili olmuştur. Özellikle 1960’lar-70’lerde, İngiliz Parlamentosu İmparatorluk bakiyesinden kaynaklanan büyük göç dalgalarını kontrol altına almak için çeşitli yasalar çıkardı. 1962 ve 1968 Milletler Topluluğu Göç Yasaları ile Britanya’ya, Britanya Adaları dışında doğan İngiliz tebaasının göçüne kotalar getirildi. 1971 Göç Yasası ise “patrial” kavramını tanımlayarak, en az bir ebeveyni veya büyükanne/büyükbabası Britanya’da doğmuş olan kişilere kalıcı yerleşme hakkı tanıdı. Bu düzenleme, dönemin gözlemcilerine göre beyaz Milletler Topluluğu vatandaşlarına (ör. Avustralya, Kanada gibi) ayrıcalık tanırken, Asya ve Afrika kökenli Britanya pasaportu sahiplerini dezavantajlı duruma soktu. Yine de yasal metinlerde bu ayrım ırk bazında ifade edilmemiş, vatandaşlık tanımı teknik ve coğrafi bağlara dayanarak yapılmıştır. Britanya’nın dilinin kapsayıcılığı, özellikle günümüzde, bütün etnik azınlıkların yasal olarak vatandaş olabilmesini içerir. Nitekim günümüz İngiltere’sinde vatandaşlık başvuruları tüm etnik kökenlere açıktır; vatandaşlık törenlerinde Kraliçe/Kral’a ve hukuka bağlılık yemini edilerek sivil bir aidiyet vurgulanır. Birleşik Krallık’ın resmi söyleminde “Britanyalı” kimliği, farklı etnik kökenlerden gelen insanları (İngiliz, İskoç, Gallerli, Kuzey İrlandalı ve göçmen kökenli topluluklar) içeren kapsayıcı bir üst kimlik olarak tanımlanır.

İngiltere’nin vatandaşlık tanımı ve politikaları, imparatorluk sonrası dönemde pragmatik ve kademeli olarak kısıtlayıcı bir yöne evrilmiştir. 1948 Britanya Vatandaşlık Yasası ile tüm İmparatorluk tebaasına (Commonwealth) vatandaşlık benzeri statüler tanınmışsa da, ucuz işgücü ihtiyacı ve ardından gelen yoğun göç, 1960’lardan itibaren vatandaşlık haklarına erişimin daraltılmasına yol açar. Yukarıda bahsedilen “patrial” kavramı ve 1981 Yasası’nın getirdiği doğum hakkının sınırlandırılması, fiilen İngiltere’de etnik çoğulculuğun demografik etkilerini kontrol etme amacı taşıyan politikalardı. Sonuç olarak 1983 sonrası, örneğin İngiltere’de doğan bir göçmen çocuğu ancak ebeveyni kalıcı statüde ise vatandaş olabildiğinden, vatansız kalma veya göçmen toplulukların yeni nesillerinin entegrasyonu konularında bazı sıkıntılar yaşanmıştır. Öte yandan, İngiltere’de doğal yoldan vatandaşlığa geçiş koşulları (genellikle 5 yıl ikamet, Life in the UK testi, İngilizce dil yeterliliği ve iyi hal şartı) uluslararası standartlarla uyumludur ve herhangi bir etnik kıstas içermez. Modern dönemde İngiltere vatandaşlık politikası, çokkültürlü bir toplumda ortak bir vatandaşlık inşa etmeyi hedeflerken, güvenlik kaygılarıyla da zaman zaman gündeme gelir: Örneğin son yıllarda terörle mücadele kapsamında başka vatandaşlığı olan Britanya vatandaşlarının vatandaşlıktan çıkarılmalarını kolaylaştıran yasal düzenlemeler yapılmıştır (bu uygulama etnik temelli olmasa da, vatandaşlık statüsünün mutlak olmadığını gösterir). Genel olarak, Birleşik Krallık, vatandaşlık tanımında esnek bir yasal bağlılık ilkesini benimsemiştir; etnik kökene vurgu yapmaksızın, ülkeyle bağ kuran herkesin Britanya toplumuna dahil olabileceği ancak bu bağın da belirli yasal koşullara tabi olduğu bir sistem yürürlüktedir.

Karşılaştırmalı Değerlendirme

Yukarıdaki incelemeler ışığında, Fransa, Almanya, ABD ve İngiltere’nin vatandaşlık tanımlarını ve politikalarını karşılaştırmalı olarak özetleyebiliriz: Fransa ve ABD, vatandaşlık kavramını daha çok coğrafi doğum yeri ve hukuki/siyasi aidiyet temelinde tanımlayarak civic-ulusal bir model sergilerken, Almanya ve (tarihsel olarak) İngiltere soybağı ilkesine daha fazla önem vermişlerdir. Fransa’nın cumhuriyetçi geleneği, vatandaşlığı etnik kimlikten arındırıp herkes için eşit bir hukuki statü olarak kodlamıştır. ABD’nin anayasal vatandaşlık tanımı ise dünyanın en kapsayıcı ifadelerinden biri olarak, her doğan bireyi potansiyel Amerikalı kabul eder. Almanya, etnik Alman kimliğine dayalı vatandaşlık anlayışından kademeli olarak uzaklaşıp göç toplumu gerçeklerine uyum sağlamak için yasalarını değiştirmiş; bu süreçte dilini ve politikasını daha kapsayıcı hale getirmiştir. İngiltere ise imparatorluk mirasının getirdiği geniş vatandaşlık tanımını zamanla daraltmış, ancak günümüzde hukuki olarak ayrım yapmadan, pratikte göçü denetleyen bir vatandaşlık politikası geliştirmiştir.

Bu farklı yaklaşımlar, ülkelerin vatandaşlık politikalarına somut biçimde yansımıştır. Etnik temelli tanım (ör. Almanya’da eski yaklaşım), diasporadan insan çekme politikalarını (Alman kökenlileri ülkeye alma) kolaylaştırırken, göçmen entegrasyonunu zorlaştırmıştır. Coğrafi/hukuki temelli tanım (ör. ABD ve Fransa’da) ise toprak üzerinde doğan herkesi dahil ederek göçmen kökenli nüfusun ulusa entegre olmasını hızlandırmıştır, ancak bu da beraberinde farklı kültürlerin ulusal kimlik içinde eritilmesi tartışmalarını getirmiştir. Kullanılan dilin kapsayıcılığı, vatandaşlığın kimleri kapsayıp dışladığını belirler: Örneğin Fransız ve Amerikan anayasalarındaki herkesi kapsayıcı dil, hukuken ayrımcılığı reddederken; Alman Anayasası’ndaki etnik Alman vurgusu, vatandaşlık politikasında uzun süre belirli bir gruba öncelik tanınmasına zemin olmuştur. Günümüzde küreselleşme ve göç hareketleriyle birlikte bu dört ülkenin vatandaşlık rejimleri de kısmen birbirine yaklaşma eğilimindedir: Hepsi bir yandan ulusal kimliği korumaya çalışırken, diğer yandan yeni vatandaşları kucaklamanın yollarını aramaktadır. Bu dengenin kurulmasında, anayasal ve yasal tanımların kapsayıcı olup olmadığı önemli rol oynamaya devam etmektedir.

 

Kadir Canatan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir