07.11.2025
New York’un yeni başkanı Zohran Mamdani, ebeveynleri Hindistan ve Kongo’dan ABD’ye gelen biri. 1991 Kampala (Kongo) doğumlu. 7 yaşından beri New Yorklu. Göçmen, Müslüman, sosyalist, Filistin destekçisi ve Suriyeli biriyle evli. Yani biçimsel olarak bakıldığında ABD’de, hem de New York’ta, bir belediye başkanlığı seçimi açısından en dezavantajlı bir aday. Üstelik de tam da bu niteliklerin karşısında biri olan Donald Trump’ın başkan seçildiği yıl içerisinde ve onun tüm çabalarına rağmen seçilmiş biri. Dahası henüz bu şehrin üzerindeki o karanlık 11 Eylül saldırılarının sisleri de dağılmış değilken. Ama görülen o ki New York seçmeni tüm bunları dikkate almıyor yahut da başına neler geldiğinin ve de getirilmek istendiğinin oldukça bilincinde. Dolayısıyla da belli ki bu tip ezberlerin dayatmalarından özgürleşmeye çalışan bir halkın bilincidir bu kararı veren.
Tabii tüm bunlar uzaktan bir bakışın biçimselliğiyle malûl yargılar. New York halkının yaşadığı sıkıntıların ve çelişkilerin oldukça uzağında. Orada karar verici olan ise ulusal kaygılardan ziyade devasa bir şehir halkının açmazları. Ki Mamdani’nin vaatlerine baktığımızda bunları az çok teşhis edebiliyoruz. Sözgelimi trafik ve sağlık sorunu, suç oranları ya da kiracılık ve hatta evsizlik sorunu, asgari ücret meselesi… Daha da önemlisi ise halkın giderek eksiltildiği bir siyasallığa karşı gelişen tepkiler olsa gerek.
Mamdani’yi besleyen en büyük damar ise Hindistan, Afrika ve Ortadoğu köklerinden beri gelen post-kolonyal bir hesaplaşma sürecidir ki buna öncülük eden şahsiyetlerden biri Hindistanlı Gayatri Spivak, diğeri ise Filistinli Edward Said. Ki ikisi de ABD’nin en itibarlı üniversitelerinde bu post-kolonyal hesaplaşmanın bahsini açmış hocalardı: Oryantalizm ve Madun Konuşabilir mi ile. Tabii bunlara babası Mahmud Mamdani’nin İyi Müslüman Kötü Müslüman’ını da eklemeli. Ve dolayısıyla da bir önceki kuşağın itirazının ve hatta hesaplaşmasının beklendiği ama Barack Obama’nın kendisini inkâr eden veya sorunu sessizce geçiştiren esmerliğine karşı, bu defaki üslup oldukça açık ve fütursuz: Müslümanım. Demokratik sosyalistim. Ve bunlar için özür dilemeyi de reddediyorum.
Dolayısıyla siyasal denklem ve kapışma artık düz bir biçimde demokratlarla cumhuriyetçiler arasındaki bir geleneksel seçim kavgası olmanın ötesine geçerek, eşitsizliklerin, sömürünün, zorbalıkların ve adaletsizliklerin merkeze alındığı küresel ve oldukça insani bir sorun haline geliyordu. Aslına bakılırsa bu, demokrasinin bir oyun olmaktan öteye geçerek ve sahici bir temsil niteliği kazanarak, halkın sahaya çıktığı gerçek bir savaşımdı. Bu durumda ise New York’taki eşitsizliklere, evsizliğe, baskılara karşı çıkılıyorsa dünyadaki benzeri sorunlara da karşı çıkmak ve özellikle de Filistin üzerindeki küresel baskıya ve adaletsizliğe itiraz, sadece siyasal değil, ahlaki ve insani bir kaçınılmazlıktı.
Zohran Mamdani’yi öne çıkaran siyasal temsil ve sahicilik sorununa dair ilk işaretler, demokratların ABD açısından pek de düşünülmeyecek bir adayı, yine Müslüman kökenli ve esmer birini, Barack Obama’yı seçimiyle başlamıştı. Gerçi Obama, Mamdani kadar aykırı biri değildi. Sosyalist olmadığı gibi Müslüman da değildi. Üstelik Amerikan üst değerlerini ve kimliğini sahiplenen biriydi. Zohran’ın farklılığı ise kimliğini inkâr etmemekle birlikte, bunların da ötesindeki evrensel insani değerleri savunarak küresel eşitsizliklere ve sömürüye itirazıydı. Demokratların siyasal karar veremezlik hali ise Obama sonrasında da sürdüğü için sadece başkanlık için değil, yerel ve küresel sorunlara bakış açısından da yaşlı Biden’dan başka bir aday çıkarılamadı. Ve hatta son anda ondan vazgeçildiğinde bile yerine bulunan isim de bir başka göçmen, ama o da Zohran’ın sorunsallaştırdığı meseleleri dile getiremeyen Kamala Harris’ti.
Dolayısıyla da bu durum, Mamdani’yi ortaya çıkaran (çağıran) ve ancak onun dillendirmeye cesaret ettiği bir gerçeklik olarak ABD siyasetindeki temel bir sorunsala işaret etmekte. Bu ise siyasetin kitlelerin taleplerinden oldukça uzaklaşmış egemen bir sınıf tarafından el konulmuşluğudur. Sınıfsal bir imtiyazla halk arasında açılan mesafe, siyaseti sonuçta göstermelik bir oyuna dönüştürerek temel anlamıyla bir demokrasi olmaktan uzaklaştırmakta ya da demokrasilerle ilgili öteden beri gelen bir zaafı teyit etmekte. Mamdani’yi ortaya çıkaran bu süreç, demokratların bir ölçüde de olsa bu konudaki duyarlılıklarını sürdürmeleriyle ilgili olduğu gibi, ABD siyasetindeki zenginler/oligarklar ile yoksullar/madunlar arasında açılan uçurumun yarattığı krizle doğrudan ilgili. Avrupa’daki sosyal devlet bu uçurumu bir ölçüde kapatsa ya da yumuşatsa da ABD’de devletin buna dair bir niteliği ve duyarlılığı yok.
Mamdani’nin seçimi kazanmasının asıl etkisi ise Trump’ın üretmeye çalıştığı karizmayı yerle bir etmesi. Özellikle de Şarm el Şeyh’teki fotoğrafın yarattığı imaj çizilirken, daha kötüsü ve uzun süreli etki, oligarkların egemenliğindeki ABD sisteminin sorgulanmaya başlayacağı sürece dairdir. Zira halk kendi gücünün farkına varmıştır ve bu bilinç, farklı yerlere de sirayet edecek bir etkiyi besleyecektir. Esasında ise buna dair işaretler, Occupy Wall Street / Wall Street’i İşgal Et hareketi gibi eylemlerden itibaren görülmekteydi. Dolayısıyla da burada rastlantısal ve günübirlik bir sonuç söz konusu değil. Dahası ise ABD siyasetindeki bu değişimin etkilerinin sair dünyada da hissedileceğidir. Özellikle de ABD’ye ram olmuş Ortadoğu statükosunun sarsılacağı açıktır. Dolayısıyla da sarsılan sadece Trump’ın karizması değil, tüm Şarm el Şeyh takımının halidir.
Bu statükonun baş aktörleri ise Mısır, Türkiye ve Araplar. Bunların içerisinde az çok demokrasiyle yani seçimli siyasetle ilgili olan yegâne ülke Türkiye. Elbette ki demokrasi salt seçimli bir siyasetten ibaret değil. En önemlisi halkın siyasete dahli, hem de örgütlü bir biçimde. Ama bunu gerçekleştirecek olan son tahlilde toplumun cesareti. Hakikati söyleme ve eylemeye dair o cesaretin olmazsa olmazlığı. Mış gibi yapmamak, kaytarmamak, başına gelenlerin, nelerden yoksunlaştırıldığının ve hangi haklarına el konulduğunun bilincinde olarak buna itiraz cesaretini gösterebilmek. Bir takım ulusalcı gösterilere ve ucuz bağışlara tav olmamak. Bir başka başat etken ise bu cesareti temsil edebilecek bir yetkinlik ve buna dair söylemin dillendirilebilmesi; bunu üstlenebilecek olan bir aktör. Ama bunun göstermelik bir oyun biçiminde ortaya konulmasıyla, statüko içi bir oyun olarak değil, bıçağın kemiğe dayandığına dair o bilinci duyarak ve buna dair umudu sahiplenerek ortaya çıkılması, bu çıkışı üstlenecek biri.
Bakalım, Mamdani’nin sarstığı o küresel statükonun dalgaları ve etkisi buralarda da hissedilebilecek mi?
