Lodewijk Dros: Siyaset Felsefecisi Erno Eskens ile Demokrasi Hakkında Bir Söyleşi

01.05.2024

Lodewijk Dros, Erno Eskens ile trouw.nl’de “Demokrasi Batı İcadı Değildir” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdi.  Aşağıya alıntılıyoruz.

Çeviren: Yakup Coşkun

 

Yunanistan, demokrasinin doğduğu yer olarak kabul edilmektedir. Ancak siyaset felsefecisi Erno Eskens, bunun gerçeklerle uyuşmaktan daha çok Batı’nın kendini övgüsü anlamına geldiğini ileri sürmektedir.

Genel kabule göre demokrasi antik çağda Atina’da doğmuştur. Daha sonra Batılı aydınlanma düşünürleri Locke ve Montesquieu demokrasi hakkındaki düşünceleri geliştirmiş ve nihayetinde “Parlamento” ortaya çıkmıştır. Siyaset felsefecisi Erno Eskens’e göre yukarıdaki ifadeler demokrasinin oldukça özet bir tarihidir. Eskens, yukarıdaki anlatımı, “kaos” konulu Felsefe Ayı’nda,[1] “Demokrasi Bir Batı İcadı Değildir” diyerek eleştirmektedir.

Halkın (Latince: demos) yarısını teşkil eden kadınlara söz hakkı tanınmadığı gibi hususlardan dolayı Atina’nın demokratik kimliği eleştirilebilir. Ancak Eskens’in demokrasinin anayurdu olan klasik Yunanistan hakkında daha fazla çekinceleri var. “Ondan önce Hindistan’da demokratik devletler vardı. Yunan tarihçi Diodorus, erkeklerin yüzyıllar önce bugün “gana’s” adı verilen bir tür parlamentoda bir araya geldiklerini bildirmektedir.”

Peki, demokrasi Asya’da, Hindistan’da mı icat edildi?

Tek bir yerde bir icattan söz etmek anlamsızdır. Demokrasi aslında bir icat değildir. Daha çok, eşitlikçi düşünen insan topluluklarında doğal olarak ortaya çıkan bir durumdur.

O halde birçok yerde ortaya çıkmış olmalı?

Evet öyle oldu. Tlaxcala’ya bakın, Meksika’da on iki bin yıl önce ortaya çıkmış bir şehirdir. İspanyollar yüzyıllar sonra oraya vardıklarında, bir tür belediye meclisi olan bir şehir bulmuşlardır. Eğer bu mecliste yer almak istiyorsanız, halkın hizmetkârı olduğunuzu unutmamak için önce halkın aşağılamalarına boyun eğmek zorundaydınız.

Güney Afrika’nın eski halklarına bakın. Ondokuzuncu yüzyılda felsefelerine ‘ubuntu’ terimini dahil ettiler. Bu felsefede merkezî olan birey değil, topluluktur. İnsanlar fikir birliği için çabalardı. Bir toplantı sırasında ‘konuşma çubuğu’ sizdeyse herkes sizi dinliyordu. Bence bunlar gerçekten demokrasiye ait unsurlardır.

Demokrasiyi tanımlamak için halk temsilciliğini, oy hakkını ve azınlıkların korunmasını örnek gösterebiliriz. Ancak tüm incelikleriyle tam teşekküllü bir demokrasiyi hiçbir yerde bulamazsınız. Yoksulların burada dava açamaması ve açıkça çıkarları olan hayvanların hükümette hiçbir temsiliyeti olmaması gibi sebeplere bağlı olsa da demokrasiyi bizde de bulamazsınız.

Gerçek hayata geri dönelim. Antropolog David Graeber Madagaskar adasındaki demokrasi hakkında bir yazı yazmıştır.

Evet, demokrasi orada da ortaya çıkmıştır. Zana-Malata’nın yaşadığı yer orasıydı. Herkes onlarla eşit söz hakkına sahipti. Bizden çok önce köleliği kaldırdılar ve kadınlara söz hakkı verdiler. Graeber’e göre onlar, Fransız meclislerinde Aydınlanma düşünürlerine ilham kaynağı oldular. Aynı zamanda Graeber yazısında Kızılderililerin Batı demokrasisi üzerindeki etkisine atıfta bulunuyor.

Kızılderililer mi? Bu ifade tabu değil mi?

Artık değil, çünkü bu halklar kendilerini böyle tanımlıyor. İlk sömürgeciler Kızılderilileri sanki ilkel bir halde yaşıyorlarmış gibi “naturellen” olarak tanımlamışlardır. Kâşif Amerigo Vespucci 1503 yılında insanların birbiriyle çiftleştiğini aktarmıştır. Ayrıca o Kızılderililerin “kralsız ya da hükümdarsız” yaşadıklarını, “her insanın kendi kendisinin efendisi olduğunu” belirtmiştir. Bu da Avrupa’daki insanları düşünmeye sevk etmiştir. Belli ki kralsız bir yönetim mümkündü. Bizim gibi İspanyol ve diğer egemenlikler altında acı çeken Kızılderililer de varmış!

Kızılderililer Batı demokrasisini nasıl etkiledi?

Benjamin Franklin ve Thomas Jefferson Kızılderililerin siyasi sistemlerini incelemişlerdir. Franklin, bizim Iroquois olarak bildiğimiz Haudenosaunee’yi, bir Amerikan konfederasyonu fikrinin ortaya atıldığı 1754 Albany Kongresi’ne davet etti. Haudenosaunee muhtemelen 1451’den beri beş, daha sonra altı kabileden oluşan bir konfederasyona sahipti. Konfederasyonlarının amacı düşmanlara karşı daha güçlü olmaktı. Kabilelerin iç işlerine konfederasyonun karışmasına izin verilmiyordu. Kızılderili federasyonunun sembolü olan ‘bağlı oklar’ hâlâ ABD armasında yer almaktadır. ABD Senatosu 1988 yılında Kızılderililerin demokrasinin inşasındaki etkisini resmen tanımıştır.

Bu Birleşik Devletler hakkındadır. Peki Atlantik Okyanusu’nun bu yakasında da Kızılderililerin etkileri var mıydı?

Kesinlikle. Örneğin Spinoza’nın hocası Francis van den Enden’in çalışmalarına bakın. “Yeni Dünya”dan gelen tüm seyahatnameleri baştan sona incelemiş ve Kızılderililerin yaşadıkları çağa göre çok ileride olduklarını ile sürmüştür. Hiçbir monarşiye sahip değillerdir, doğrudan bir demokrasileri vardı, birbirleriyle dayanışma içindeydiler, batıl inançları yoktu, daha az tutucuydular ve boşanma hakkını önceden biliyorlardı. Van den Enden, Kızılderililer arasında genel hatlarıyla Atina’nınkine benzeyen bir yönetimi biçimi olduğunu, ancak bunun Atina demokrasisinden daha iyi olduğunu belirtmiştir. Ne de olsa Yunanlılar tamamen yozlaşmışlardı, Kızılderililer ise öyle değildi.

Van den Enden, sömürgeci güçlerin Kızılderili demokrasisini yıkmasını istemiyordu. Kızılderililerin tam vatandaş olarak tanınmasıyla New York çevresindeki koloni olan New Netherland’ın kurulması için bir teklif yazmıştır.

Sadece Batı’da demokrasinin ortaya çıktığı fikrini neden bu kadar problematik buluyorsunuz?

Çünkü bu doğru değildir. Bu bir sömürge efsanesidir. Egaliteryan/eşitlikçi, açık istişare ve temsiliyet yapılarına sahip toplumlar pek çok yerde vardı. Bu nedenle Batı’nın demokrasi konusunda, sanki tüm bu güzellikleri sadece biz icat etmişiz gibi göğüs kabartmasını doğru bulmuyorum. Bizler sömürgeciler olarak Amerika’ya belli demokrasi anlayışlarını getirmiş olabiliriz, ama Kızılderililer de bize demokrasiyi getirdiler.

 

Eskens, demokrasinin Batılı olmayan kaynaklarına dikkat çekmenin ana akım düşünceye hoş bir eleştiri getirdiğini ifade ediyor. “Bu (eleştiriler), konuyu daha kolay anlaşılabilir hale getirmiyor ama daha anlamlı kılıyor. Ayrıca, geniş bir perspektifi korumanın önemli olduğunu düşünüyorum. Liberal demokrasimiz bireycidir, ubuntu’nun dayanışma ve grup düşüncesinden biraz yararlanması yerinde olacaktır.”

[1] 2002 yılından beri Hollanda genelinde ve Belçika’nın Flaman bölgesinde bir ay boyunca özel seçilen bir tema hakkında seminer, tartışmalar ve buluşmalar düzenlenerek “Felsefi Ayı” (Nisan) etkinliği yapılıyor. Bu yıl için “Kaos” teması seçilmiştir. (Çev.)

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.