Yemin ve Milletvekili Yemini’nin Hikâyesi

04.02.2021

 

İnsanlık tarihi kadar eski olan yemin kavramı ve günlük yaşantımızda da dilimize pelesenk olan bazı kelimeleri her gün, her an “vallahi, billahi, tallahi, çocuklarımın, annemin, babamın, sevdiklerimin ölüsünü göreyim…” tekrarlamaktayız.

Kelimenin etimolojisine biraz da olsa değineceğiz ama daha ziyade bu kelimenin siyasi hayatımıza ne gibi etkileri olmuştur, Türkiye’deki siyasete etkisi nedir bunu anlamaya çalışacağız.

Sözlükte “sağ el, sağ taraf, gerçek, ant, kuvvet, bereket” anlamlarındaki yemin / اليمين; (çoğulu eyman), terim olarak bir kimsenin kararlılığını pekiştirmek ve başkalarını ikna etmek amacıyla söz ve beyanını Allah’ın adını veya bir sıfatını zikrederek kuvvetlendirmesini ifade eder. Kelimenin kök anlamından hareketle, karşılıklı söz verme durumundan tarafların sağ ellerini kullanmaları sebebiyle yeminin bu anlama geldiği zikredilir.

“Vallahi şu işi yaparım”; “Vallahi şu işi yapmam”; “Vallahi borcumu ödedim” gibi ifadeler, Arapça’da yeminin yanısıra kasem kelimesi de kullanılır.

“Bölmek” anlamındaki kasm kökünden türeyen kasemin yemin anlamını kasâme kelimesinden aldığı söylenmiştir (bk. KASÂME mad.).

“İttifak ve dostluk yemini” anlamındaki hilften gelen half/halif ile kasem kelimesi yeminle eş anlamlı olsa da fıkıhta half yemin gibi yaygın bir terim haline gelmemiştir. Fıkıh kitaplarında ahidmîsakşehâdet ve azim gibi kelimelerin de yemin anlamında kullanıldığı belirtilmekle birlikte, Kur’an-ı Kerîm’de ve hadislerde yemin kelimesi sözlük ve terim anlamlarıyla birçok yerde geçtiği gibi hilf ve kasemle aynı kökten türeyen kelimeler de yemin anlamında kullanılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥlf”, “ḳsm”, “ymn” md.leri; Wensinck, el-Muʿcem, “ḥlf”, “ḳsm”, “ymn” md.leri).

Yine Kur’an’da gerek Allah’ın zatına gerekse yaratıklarına birçok yerde yemin edilmiştir. Ancak âlimler yaratılmış şeyler üzerine yemin etmenin yalnız Allah’a mahsus olduğunu, kulların Allah’tan başka bir şey üzerine yemin etmemesi gerektiğini belirtmişlerdir.

Hadis kaynaklarımızdan yeminle ilgili; “Yemin edecek kişi Allah dışında hiçbir şey üzerine yemin etmesin” (Nesâî, “Eymân”, 4); “Allah dışında bir şey üzerine yemin eden kimse şirk koşmuştur” (Müsned, II, 34); “Allah atalarınızın üstüne yemin etmenizi yasaklamıştır” (Buhârî, “Eymân”, 4; ayrıca bk. Müslim, “Eymân”, 1-6; Ebû Dâvûd, “Eymân”, 3-5; Nesâî, “Eymân”, 1-12) gibi hadisler gereği yemin “vallahi, billâhi, tallahi”; “rahmana yemin olsun ki”; “canım elinde bulunan Allah’a yemin olsun ki”; “Allah’ın kudreti üzerine yemin ederim ki” ifadeleriyle yapılır…

Yine hadislerden hareketle fakihler; anne, baba, oğul, peygamber, melek, namaz, oruç, Kâbe, zemzem, mezar, minber vb. şeyler üzerine yemin etmeyi haram veya mekruh kabul etmiş…

Muhtevaları ve geçerlilik şartları taşıyıp taşımamaları bakımından Yemin üç kısımdır. 

1. Yemin-i Lağv; a) Yanlışlıkla veya doğru olduğu sanılarak yapılan yemin. Borcunu ödediğini zannederek, “Vallahi borcumu ödedim” diye yemin etmek böyledir.

b) Konuşma sırasında yemin kastı olmadan yapılan yemin (Buhari, “Eymân”, 14). “Allah lağv yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz” âyeti (Bakara, 2/225; Maide, 5/89) buna delâlet eder. 

2. Yemin-i Gamûs; Geçmişteki bir hadiseyle ilgili olarak kasten yalan yere yapılan yemindir; buna “yemin-i fâcire” de denir.

Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir şey karşılığında değiştirenler var ya işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları arındırmayacaktır. Onlar için elem verici bir azap vardır” (3/Âl-i İmran, 77). Ayeti de bu yemine işaret etmektedir.

3. Yemin-i Mün’akide / Ma’kude; Şartlarına uygun yapılan yemindir. “Vallahi seni ziyaret edeceğim” cümlesinde olduğu gibi geniş zamanlı olarak yapılırsa “yemin-i mutlak” (mürsel), “Vallahi bugün yemek yemeyeceğim” şeklinde bir vakitle kayıtlı olarak yapılırsa “yemin-i muvakkat” adını alır…

Muhakeme hukukunda bir ispat vasıtası olarak yemin tevcih edildiği kişilere göre ya da îlâ, liân, kasâm’de olduğu gibi konusuna göre farklı adlarla anılır (bk. ÎLÂLİÂN). Çeşitli unsurlarla ağırlaştırılan yeminlere “yemîn-i mugallaza” denir…

Tarihte bir anlaşmaya uymayı sağlamak veya yöneticiye bağlılığı pekiştirmek üzere yapılan biat yeminlerinde ağırlaştırıcı ifadeler kullanılmıştır. İlk defa Emeviler döneminde Haccâc b. Yûsuf tarafından başlatılan, halifelere ve diğer hükümdarlara yapılan biatlara yemin eklenmesi uygulaması “biat yeminleri” diye bilinen bir yemin türü ortaya çıkarmıştır (örnekler için bk. Kalkaşendî, XIII, 211 vd.).

Yeminin Hükmü. Yemin kural olarak mubahtır, ancak gereksiz yere yemin etmek ve bunu alışkanlık haline getirmek hoş görülmemiş, sıkça yemin etmek Allah’ın adına karşı bir saygısızlık kabul edilmiştir. Yalan yere yemin ise büyük günahlardandır. Meşru bir konuda anlaşmak yahut verilen sözü kuvvetlendirmek, muhatabı ikna etmek amacıyla yapılan yeminlere de uymak gerekir (bk. Maide 5/89; Nahl 16/91).

Yeminin Şartları. 1. Akıl baliğ olmak. 2. Müslüman olmak. 3. Yemin lafzını söylemek. Dilsizin işareti de çoğunluğa göre geçerli sayılır. 4. Kasıt. Çoğunluğun aksine Hanefîler’e göre yanlışlıkla veya baskı altında yapılan yemin de geçerlidir.

İspat Vasıtası Olarak Yemin; yemin yargılama hukukundaki ispat vasıtalarından biridir. Bu anlamda yemin, davacı veya davalının bir olayın doğruluğu hakkında Allah’ın adını anarak beyanda bulunmasını ifade eder. Davacı ile davalıdan birine yemin verdirmeye “tahlîf”, yemin edene “hâlif”, yemin edilen şeye “mahlûfun aleyh”, yemin ettirmeye ve yemin istemeye “istihlâf”, yemin teklif eden hâkime “müstahlif”, tarafların karşılıklı yemin etmesine “tehâlüf” denilir. Yeminin ispat vasıtalarından biri kabul edilmesi ayetlere (el-Maide 5/106-108), (faydalanan kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)

Konu ettiğimiz yemin bireysel ve toplumsal hayatta neye tekabül ettiğinden ziyade yönetimsel olarak Osmanlı/(meşrutiyet) ve cumhuriyet/(mecliste) sistem’den bugüne milletvekili yeminlerini gündeme taşıyacağız.

1877 yılında kurulan ilk meclis; Osmanlı Mebusan Meclisi, Ayasofya’daki eski Adliye Sarayı Meclis binası olarak ayrılmış ve bu binada “ilk yemin töreni” yapılmıştı. Yemin töreninde mebuslar şu şekilde yemin etmişlerdi:

Zat-ı Hazret-i Padişahîye ve vatanıma sadakat ve kanun-i esasi ahkâmına ve uhdeme tevdi olunan vazifeye riayetle hilafından mücanebet eyleyeceğime kasem ederim.”
Bu yemin töreni, Birinci Meşrutiyet ve İkinci Meşrutiyet döneminde de devam etmişti.

Osmanlı mevcudiyetini sürdürdüğü bir dönemde Sivas Kongresi’ne katılan Mustafa Kemal Paşa ve diğer tüm delegeler yemin ettikten sonra toplantı başladı, yemin metni:

Vatan ve milletin saadet ve selametinden başka hiçbir şahsi maksat izlemeyeceğime, İttihat ve Terakki Cemiyetinin diriltilmesine çalışmayacağıma, mevcut siyasal partilerden hiç birinin emeline hizmet etmeyeceğime, vallahi, billahi.”

Osmanlı Mebusan Meclisi, 1920 yılında İngilizler tarafından basılarak kapatıldıktan sonra Ankara’da; 23 Nisan 1920 tarihinde açılan, Büyük Millet Meclisi’nde ise yemin töreni yapılmadı.

1921 Anayasası kabul edilirken de yemin metni yer almadı. Ankara mebusu Şemseddin Efendi, 28 Nisan 1920 tarihli toplantıda mebusların yemin etmesi için içeriği şöyle olan bir takrir sundu:

“Makamı Saltanat ve Hilâfeti Kübra’ya ve vatana sadakate ademi riayetten ve millet tarafından uhdeme tevdi kılınan vazifei mebusiyet ve rekâleti milletin nef’i aleyhine istimalden tevakki ile vatan ve istiklâlimizin tahlis ve muhafazasına ve memlekette kavanini hâkim kılmaya bilâemeli hususi azim ve iman ile çalışmaktan fariğ olmayacağıma ve bunların hilafından mücanebet eylemeyeceğime vallahi billahi.”

Yemin metnine mebuslar çok uzun diye tepki gösterdi. Oturumu yöneten Başkan ise Layiha encümenini havale edilebileceğini belirtti. Yozgat mebusu İsmail Fazıl Paşa ise bir takım mebusun İstanbul’da yemin ettiklerini, tekrar yemine gerek olmadığını söyledi. Bunun üzerine Kastamonu mebusu Sabri Bey, yeni gelenler için lüzumu vardır dedi. 6 Temmuz 1920’de Lâyiha Encümeni mazbatasına ekli olan yemin metni şu şekildeydi;

“Hilafet ve saltanat ve vatan ve milletin istihlas ve istiklâlinden başka bir gaye takip etmeyeceğime vallahi.”

Başkan bir sonraki toplantıda yemin edileceğini söyledi. Takriri oyladı ve takrir kabul edildi. İki gün sonra 10 Temmuz 1920 tarihinde tüm mebuslar teker teker yukarıdaki yemin metnine sadık kalarak yemin etti.

Ertuğrul Milletvekili Dr. Fikret Bey bir takrir vererek, yemin metninin Anayasa’ya eklenmesi gereken bir metin sundu. Takrir müzakere edildi ve yapılan oylamada kabul edildi. Böylece 1921 Anayasasına eklenen yemin metin şu şekildeydi:

“Vatan ve milletin selamet ve saadetinden başka gaye takip etmeyeceğime ve milletin bilakaydüşart hâkimiyeti esasına sadık kalacağıma… Vallahi.”

Cumhuriyeti kuran ilk kurucu irade, Osmanlı İmparatorluğunun çok kültürlü, çok dinli, çok kavimli çok mezhepli ümmet yapısından uzaklaşarak, ağır yüklerinden kurtulmak, galip ülkelerin icazetini de alarak ulus devlet olmak konusundan koşar adımlarla yol alıyor, reddi miras yapıyordu.

100 yıldır acılar yaşayarak bu günlere gelmenin ilk adımları o yıllardan atılmıştı. 1924 Anayasasının 2 Maddesinin üzerindeki değişiklikler gelecek kötü günlerin habercisiydi. Cumhuriyetin kurucu iradesi olan toplumsal kesimlerin temsilcilerini tasfiye edileceklerinin işaretleri veriliyordu.

1924 Anayasası’ndaki 2.madde “- Türkiye Devletinin dîni, Dîn-i İslam’dır; resmî dili Türkçe’dir, makarrı Ankara şehridir.”

Anayasa’daki iki değişiklikle rejimin karakterinden köklü dönüşüm oluyordu. İlk değişiklikle “Dini İslam’dır” maddesi kaldırılarak, madde; “11 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı Kanunla aşağıdaki şekli almış oluyordu: “Madde 2- Türkiye Devleti’nin resmî dili Türkçe’dir; makarrı Ankara şehridir.”

İkinci değişiklik; “10 Kânûn-u-evvel 1937 tarih ve 3115 sayılı Kanunla aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:” Madde 2 – Türkiye Devleti, Cumhûriyetçi, Milliyetçi, Hâlkçı, Devletçi, Laik ve İnkılâpçı’dır. Resmî dili Türkçe’dir. Makarrı Ankara şehridir.” CHP’nin 6 oku Anayasa’ya girmiştir artık CHP bir devlet partisidir.

1924 Anayasası maddelerinden en önemli 2.değişiklik; 16.madde’deki değişikliktir ki; bu değişikliğin acı faturasını da gelecek kuşakların yaşayacağını o günden biliniyordu.

Değişen 16.madde neydi? Mebuslar Meclis’e iltihak ettiklerinde şu şekilde tahlif / (yemin) olunurlar: “Vatan ve milletin saadet ve selâmetine ve milletin bilâ kaydü şart hâkimiyetine mugayir bir gaye takip etmeyeceğime ve cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma vallahi.” Milletvekilleri bu yemini yapmışlardı.

Yeni kurulan Cumhuriyetin kurucu iradesindeki zihniyet değişikliği Anayasa’ya da yansıyordu. 1924 Anayasası’ndaki değişiklik 16.madde‘deydi. Milletvekili yemini maddesini de var olan “Vallahi” maddesi de çıkartılırken “Yemin”in son şöyle olmuştu:

Vatan ve milletin saadet ve selâmetine ve milletin bilâ kaydüşart hâkimiyetine mugayir bir gaye takip etmeyeceğime ve cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma namusum üzerine söz veririm.”

27 Mayıs darbesi sonrası Kurucu Meclis tarafından yazılan 1961 Anayasası’nın 77’nci maddesindeki yemin; “Ant-içme” dönüştü… Bu yemin de şöyleydi:

Devletin bağımsızlığını, vatanın ve milletin bütünlüğünü koruyacağıma; Milletin kayıtsız şartsız egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma ve halkın mutluluğu için çalışacağıma namusum üzerine söz veririm.”

12 Eylül askeri müdahalesi ile hazırlanan ve halk oylaması ile kabul edilen mevcut 1982 Anayasa’sında “Ant içme”yi düzenleyen 81’inci maddesine yer alan yemin metni şöyle:

Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.” (Sonsöz / OSMANLI’DAN BUGÜNE MİLLETVEKİLİ YEMİNLERİ)

Görüldüğü üzere, 1924 ile 1961 anayasalarında özetle “vatana, millete, cumhuriyete ve millet egemenliğine sadakat” sözü ile yetinilen milletvekili yeminleri 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar tarafından yeterli bulunmadı. “bölünmez bütünlük, toplum huzuru, milli dayanışma, sosyal adalet, insan haklarına ve temel özgürlüklerden yararlanması ülküsü, hukukun üstünlüğü prensibi” and metnine dâhil edilmiş oldu.

Son olarak MGK’da: Atatürk ilkelerini ekledi ve böylece 1924 ve 1961 Anayasa metinlerinden hemen her alanda radikal bir şekilde ayrılan 1982 Anayasası’nda, milletvekili yemininde de “aşırı” bir üslup benimsendi. Temeli “söz vermek” gibi bir gönüllü eyleme dayanan and içmede bile, toplumu ayrıştıran bir metin karşısındayız. 

Birbirine 11 adet “ve” bağlacı ve 7 virgül ile bağlanmış tam 59 kelimenin doldurulduğu tek cümlelik bu yemin, parlamentoya giren milletin kimi temsilcilerine “zorla” söz verdiren bir metin olarak okunacaktır. 

Bu konu yazılı basına nasıl yansımıştır diye baktığımızda birden çok değerlendirme gördüğümüzü söyleyebiliriz. Biz üç örneği yazımıza konu edineceğiz, bunlar;

T24’den Doğan Akın, SABAH Gazetesi’nden Mehmet Barlas ve Haber Türk’den Düzgün Karadaş’ın yazıları.

27 Haziran 2011 tarihli yazısından “T24’den Doğan Akın 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları’nda ki milletvekili yemini” değerlendirmiş, biz bu değerlendirmeden bazı betimlemeler yapacağız;

“Görüldüğü üzere, 1924 ile 1961 anayasalarında özetle “vatana, millete, cumhuriyete ve millet egemenliğine sadakat” sözü ile yetinilen milletvekili yeminleri 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar tarafından yeterli bulunmadı.”

“…Leyla Zana’nın, 6 Kasım 1991’de yapılan yemin törenindeki sözleri sonrası yaşananlar…

1999 seçimlerinde Fazilet Partisi’nden İstanbul Milletvekili seçilen Merve Kavakçı’nın başörtüsüyle milletvekili yemini etme girişimi üzerine yaşananlar… 
BDP’nin desteklediği bağımsız milletvekilleri Anayasa’daki yemin metninin “şoven” bir anlayışı yansıttığını, bu metne sadık kalmayacaklarını açıklamaları ve sonrası yaşananlar.

MHP’li Özcan Yeniçeri’nin, 1980 darbesi öncesinde CHP hükümetinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı yapan Şerafettin Elçi’ye “Daha önce de etmediniz mi bu yemini” diye çıkıştı. Elçi, belli ki 1961 Anayasası’ndaki yemin metninin 1982 metni ile aynı olduğunu varsayan Yeniçeri’ye “O zaman halkın mutluluğu için yemin ediyorduk” demesi ve çelişkiye dikkat çekmesi…

“…1991 seçimlerinden sonra TBMM’de Zana, yemin metnini Türkçe okuduktan sonra Kürtçe “Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum” dedi.

Zana’nın bu sözlerinden sonra ne dendiğini anlamamalarına rağmen milletvekillerinin önemli bir bölümü adeta çıldırmış ve sonrası Leyla Zana ve arkadaşlarının 10 yıl sürecek cezaevi çilesi…”

SABAH Gazetesi’nden Mehmet Barlas’ın 27-28 Haziran 2011’de iki yazısını görüyoruz ve bu yazılarından; halk arasında günlük kullanılan yeminlere değindiği gibi 1921’den 1982 Anayasaları’na giren yemin metinlerini de ele alıyor. Değerlendirmelerinden iki konu öne çıkıyor; bunlardan biri; “‘Resmi İdeoloji’nin hem tehlikeli saydığı ve hem de ceza yasaları ile meşru siyasal düzenin dışında tuttuğu iki akım ise mağdur ve mazlum konumda olmalarına karşın, Cumhuriyet rejiminin seçkinleri tarafından pek hesaba alınmadılar.
Bunlar “Kürtçüler” ve “Mukaddesatçılar/D” dı.
Bu iki akım farklı yöntemlerle siyasal yaşamımıza ağırlıklarını koydular.
Bunlar tek başlarına temsili demokraside yer almasalar da büyük kitle partileri içindeki kanatlarda varlıklarını sürdürürlerdi
.” Devamla;   “Bu durumdaki en önemli nokta, eski “Mağdurlar”ın yeni “Mağrurlar” olmaktan kaçınmalarıdır.” Diye bir öğütte de bulunuyor.

İkinci konu da vekillerin yemini’yle ilgili; “Her şey gibi milletvekili yemini de değişir...”, “Acaba neden bu yeminler hem uzuyor, hem içerik değiştiriyor, hem de ideolojik içerikler ekleniyor bunlara? Neticede son yeminin bulunduğu Anayasa 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi ertesinde atanan Danışma Meclisi tarafından ve Milli Güvenlik Konseyi gözetiminde yapıldı.”

Haber Türk’den Düzgün Karadaş‘ın 2015’deki geçici Meclis Başkanı Deniz Baykal‘la söyleşisi sonrası, Baykal’ın Milletvekillerinin yemin töreniyle ilgili değerlendirmesi şöyle:

Yemine ‘besmele’ ile başlayan AKP’li için, “Besmele ile başlıyorsa, daha kuvvetli yemin ediyor, demektir” dedi. Yemin etmeden önce kendisine göre kimisi, “Bismillah” diyor; kimisi anlamadığım Kürtçe bir şeyler söylüyor. Ben onunla meşgul değilim. Onlara takılmadım da. Hatta yeminden önce dua okunmasını, farklı dillerde konuşulmasını anlayışla, doğal karşıladım. Çünkü Anayasa’da bunu engelleyen bir taraf yok. O yüzden herkesin yemine başlamadan önce kendince bir giriş yapmasına saygı duydum. Burada önemli olan yeminden önce ne söylendiği değil, yeminin doğru okunup okunmadığıdır. Başkanın görevi, yeminin aynen okunmasını güvenceye almasıdır.”

Baykal devamla; “…Bu yemin metni, iyidir, güzeldir, en iyisi budur da demiyorum. Kaldı ki, yemin metni değiştirilebilir. Gerekirse yemin daha düzgün yazılabilir… İnanıyorum ki, o yemin metninden rahatsız olan birçok milletvekili bulunuyor. Herkes bunu bildiği halde ülkemizde siyaset yapmanın, parlamentoda görev yapmanın gereği olarak, beğenmeseler de herkes o metne sadık kalarak yeminini ediyor. Bu saygıyla karşılanması gereken bir konudur. Yemin metni daha farklı yazılabilir, buna itirazım yok. Ama orada yazıldığı şekliyle herkes okumalı..”

Sonuç olarak ele aldığımız bu “yemin” kavramı; “insan-insan, insan-toplum ve insan-devlet” ilişkilerini doğrudan ilgilendiriyor. Bu ilişkilerden açık ve dürüst olmanın temel şartı insanların kendilerini açıkça ifade edebilmeleridir.

Toplumsal sorumluluk duyan tüm kesimler, hak ve hukuk temelinden, müzakereci bir yöntemle “toplumsal sözleşme”nin olmasını gaye edinmelidirler. Ülke insanını ikiyüzlülükten, takiyecilikten kurtarmanın yolu; kendisini güvende hissettiği, gönül rahatlığıyla üzerine milletvekilinden memuruna, esnafından sanatkârına, öğrencisinden öğretmenine “yemin edeceği bir metne ve toplumsal bir sözleşmeye olan ihtiyaçtır. Bu olgunluğa erişinceye kadar ve bu iklim oluşuncaya kadar kesintisiz bu çaba sürdürülmelidir.  

 

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.