Ali Bulaç Yazdı: İrtidatla İlgili Hadisler ve Hz. Peygamberin Tatbikatı 5

07.01.2022

  A. İrtidat ve mürtedle ilgili hadislerin kirtiği

Hz. Peygamber (s.a)’in irtidat ve mürtedlerle ilgili tutumunu (sünnet) biri hadis mecmualarında ona isnad edilen rivayetlere, diğeri hadis ve siyer kitaplarında yer alan tatbikatına bakarak anlamaya çalışacağız.

1.Mürtedlerle ilgili ele alacağımız ilk hadis “Kim dininden dönerse onu öldürün:” (66) diye kaynaklarda yer alan rivayettir. Bu rivayetten senet ve metin kritiği yapılmadığında ilk anlaşılması gereken, her ne olursa olsun ve hangi dinden diğer dine geçiyor olsun, din değiştirenin ölüm cezasıyla cezalandırılması gerektiği hususudur. Nitekim önceki bölümlerde gördüğümüz üzere fakihler bu rivayete dayanarak hüküm vermişlerdir.

İslam’ın ilk dönemlerinde bilinmeyen (67), sonraları hadis mecmualarına yer alan bu rivayetle ilgili çeşitli kritikler yapılmıştır. İlki, hadisin İbn Abbas’tan İkrime (105/723) yoluyla ve merfu’ olarak gelmiş olması eleştiri konusu olmuştur ki, Harici olan İkrime’den Müslim (262/875) hiçbir hadisi Sahih’ine almamıştır. Sebebi Hariciler, büyük günah işleyen kimseleri kâfir kabul edip ölümlerine hükmediyorlardı. İbn Abbas’ın Said bin Cübeyr, Mücahid bin Cebr, Amr b. Dinar ve önemli hadis münekkidi Ata bin Ebu Rebah (114/732) gibi fakih-bilgin öğrencileri bu hadisten hiç bahsetmemişlerdir.

Hadis’te “dini değiştirme” lafzı “mürtedlik” değil “tebdil” kelimesi ile yer almıştır: “Men beddele diynehu.”  Hadisin ravisinin Harici olması, rivyate bazı şüpheler düşürmektedir. Hariciler, büyük günah işleyeni mürted saydıklarına göre, onlara göre büyük günah işleyen kişi dinini değiştirmiş (tebdil etmiş) sayılır ve mezheplerine göre ölüm cezasına müstahak olur.

Bugün Suudi Arabistan’ın alimlerinden Hasan bin Ferhan, müslümanların çoğunun ister fikri ister siyasi sebeplerle her zaman günah işlediklerini, bu Hadise göre amel edecek olursak, her günah işleyeni öldürmemiz gerektiğini, bunun da yanlış olduğunu söylemektedir. Başka bir husus, hadisi zahiri lafzıyla ele alacak olursak, başka dinden, mesela Hıristiyanlıktan İslam’a geçeni de –din değiştirdiğinden- öldürmek icap edecek. Din değiştirme suçunu sadece müslümanlara hasretmek pek ikna edici değil.

Burada önemli bir soru var: Acaba Hz. Peygamber (veya ravi İkrime) neden “beddele” fiili yerine “irtedde” fiilini kullanmadı? Beddele fiilinde bir şeyin özünü, iç yapısını değiştirmek, orijinal halini bozmak, tahrif etmek, bir şeyi bir başka şey yerine alternatif koymak gibi anlamlar var. Buradan bakınca mürted sadece fikir ve inanç değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda İslam’a cephe almış oluyor, hükümlerini değiştirmeye, iptal etmeye kalkışıyor. Ridde genelde kişisel boyutta olurken, tebdil ise kitlesel boyutta, topluluk halinde ve fiili tepkiyle vuku bulur. (68)

İrtidat hareketlerine karşı meşru kamu otoritesinin fiili tepki koyması, mürtedlerin toplumda sosyal barışı, güvenliği ve siyasi birliği ayakta tutan genel yasaları, İslam’ın temel ve ana hükümlerini değiştirmeye kalkışmaları dolayısıyladır.

Sonuç itibariyle İslam’ın ilk dönemlerinde bilinmeyen, sonraki dönemlerde yaygınlık kazanan bir rivayetle karşı karşıya bulunuyoruz. Hadis tek bir raviye isnaden bir grup tarafından nakledilmiştir. Ravi İbn Abbas’ın kölesi İkrime hakkında hayli ciddi eleştiriler yapılmıştır. Ali  b. Abdullah b. Abbas, İkrime’nin babası hakkında yalan söylediğini iddia edip bazen elleri ve ayaklarını bağlayıp bir tuvaletin önünde oturtturdu. Said bin Cübeyr, “İkrime öyle hadisler rivayet etmiş ki, yanında olsaydım, bunu yapamazdı”, der. Said bin Müseyyeb, İkrime’den rahatsızlığını dile getirir ve “Er veya geç boynuna ilmik geçirilecek” derdi. Buhari de İkrime’den rivayetleri mecmuasına alması dolayısıyla eleştirilmiştir. (69)

Bunun yanında bu sözü Hz. Peygamber (s.a.)’e ait kabul etsek di, hadis genel (âmm) bir lafızdır, buna dayalı verilecek hükmün kime, ne zaman, hangi durumda, hangi oranda ve hangi şartlarda uygulanacağı gibi hususlar kapalı kalmıştır.

Bu yüzden olacak ki söz konusu hadisin zahirinden hareketle hiçbir müçtehid hüküm vermemiş olması bu fikri kuvvetlendirmektedir. Binaenaleyh, biz Hz. Peygamber (s.a.)’in mürtedler konusundaki  sahih sünnetini (tutumunu) öğrenmek için pratikte takip ettiği tatbikatına bakmamız gerekir.

  1. Kaynakların sahih kabul ettiği bir rivayette şöyle bir olay anlatılır: Muaz bin Cebel, Yemen’e gidince Ebu Musa’nın yanında bir adam görür. Kim olduğunu sorar. Ebu Musa, “önce Müslüman olup sonra dönen bir Yahudi” olduğunu söyler. Ebu Musa, bunun kafası vurulmadan rahat etmeyeceğini söyler. Adamı öldürür. Sonra da Hz. Peygamber’in “Dininden döneni öldürün” dediğini söyler. (Ahmed ibn Hanbel, V, 231.)

Bu rivayet yukarıda genel bir hüküm olarak rivayet edilen “Dinini değiştireni öldürün” hadisiyle ilgilidir. Alvani hadisin geniş bir kritiğini yapıp bununla mürtedlerin öldürüleceğine ilişkin bir hüküm bina edilmeyeceğini belirtir. (70)

  1. “Lailahe ilalllah (Allah’tan başka ilah yoktur) ve benim Allah’ın resulü olduğuma şahitlik eden bir müslümanın kanı (öldürülmesi) ancak şu üç şeyden (suçtan) dolayı helal olur: Zina eden evli, başkasını öldüren katil ve dininden dönüp cemaatten ayrılan kişi.” (71)

Bu hadisin çeşitli versiyonları söz konusudur: Kimi versiyonu “imandan sonra küfür”, kimi versiyonu “İslamlığından sonra dininden irtidat etme” şeklindedir. Biz bu önemli hadisi birkaç noktadan kritik edelim:

  1. Bizim aldığımız metinde “dininden dönüp cemaatten ayrılan kişi” ibaresi önemlidir, bir bakıma hadis kendi kendini tefsir etmektedir. Yani hangi mürted sorusuna “cemaatten ayrılan” cevabı verilmektedir. Buradaki “cemaat”i herhangi bir sivil sosyal grubu değil, hadisin vürud bulduğu sosyal vasat açısından henüz yeni yeni askeri ve siyasi bağımsızlığını, kendi başına bir entite olma başarısını göstermiş İslam ülkesinin siyasi birliğine, sosyal barışına atıftır. Söz konusu kuruluş aşamasında büyük bir başarı kazanılmış da olsa, henüz tehlike geçmiş değildir, Heyetler Yılı’nda (9/630) onlarca kabile Medine’ye gelip siyasi ve idari bağlılıklarını belirtmiş, merkeze vergi/zekat vermeyi ve merkezden kendilerine vali tayin etmeyi kabul etmişlerdir. Ama düşman tetikte, uygun bir ortam oluştuğunda merkezden kopmak, siyasi birlikten ayrılmak üzere fırsat kollamaktadır. Havazin ve Sakif gibi iki güçlü kabileyle olan Huneyn savaşına (8/630) katılanların önemli bir bölümü müslümanlığı tam kabullenmiş değil, Hz. Peygamber, onları Müellefe-i kulûb statüsünde görüp ganimetin tamamını onlara vermeyi zaruri görmüştür (72). Bağlılıklarını bildirenlerin neredeyse kahir ekseriyeti “iman henüz kalplerine girmemiş müslümanlar” olup, Allah’a ve Resulü”ne değil, akdettikleri sözleşmeye teslim olmuşlardır (49/Hucurt, 14). Bunlar merkeze bağlanmaktan da pek hoşnut değiller; Kureyş’in ileri gelenleri -Ebu Süfyan gibileri dahi- artık İslam’ın hakimiyetine boyun eğmekten başka çare bulmayıp Müslüman olduklarını ilan edince diğer kabilelere teslim olmaktan başka seçenek de kalmamıştır. 622’den beri Medine’de bu durumda olan “müşrik müslümanlar” yanında bir de “münafıklar” adı verilen önemli bir grup vardır ki, bunlar da fırsatını bulduklarında harekete geçmek üzere beklemektedirler. Nitekim Efendimiz’in hastalığı sırasında ve irtihalinden hemen sonra “teslim olmuş kabileler” ayaklanmakta gecikmediler.

İşte bu sosyo politik ortamı göz önünde bulunduran Hz. Peygamber, “din değiştirme”yi, “siyasi birlik (cemaat)ten ayrılma” olarak görmekte ve kim buna yeltenirse ona karşı koymayı emretmektedir. Bu ihbarî hadisin tecellisi Hz. Ebu Bekir’in iki yıllık hilafeti döneminde tecelli etmiştir, ayrılmak isteyenlerin tamamı ya vergi vermeyi reddetmiş veya savaş açmışlardır.

Dolayısıyla bu hadisteki irtidadı, kişinin inanç değiştirmek suretiyle İslam’dan çıkıp yeni girdiği dine veya felsefi kanaate ve inanca göre yaşamaya karar vermesiyle ilgili değildir.

  1. Hz. Peygamber’in kastettiği irtidadın silahlı ayaklanma olduğuna ilişkin olduğunu bir başka hadis sarahetle teyid etmektedir: “Veya Allah ve Resulü’ne savaş açıp (hirabe) dininden dönen kimse” (İbn Mace, Hudud, 2. Nesei “irtedde” kelimesi yerine “kefere” kelimesini kullanmaktadır (Tahrimu’d dem, 5.) Nitekim bu hadis iki önemli fıkhi hükme temel teşkil etmiştir: Biri hakkında icma bulunan bir konunun reddi konusu küfrü gerektirip gerektirmeyeceği, diğeri tek başına dinden çıkmak yetmez, bunun yanında ilave bir suçun işlenmesi gerektiği konusu. (73)
  2. Bu hadisin Hz. Aişe kanalıyla gelen versiyonunda ise cemaatten (siyasi birlikten) silah kullanarak ayrılmaya kalkışan kimseye veya kimselere takdir edilecek cezanın üç ayrı türünden söz edilmektedir: “Ya öldürülür, ya asılır, ya da sürgüne gönderilir.” (Ebu Davud, Hudud, 1; Nesei, Tahrimu’d dem, 11.) Bu üç şıkkın ikisi ölüm cezası ise de, üçüncüsü sürgündür. Bu da bize her ne olursa olsun mürtede ölüm cezası verileceğine kesin ve nihai bir hüküm bulunmadığını göstermeye yeter. Eğer ölüm cezası mutlak olsaydı, sürgün cezası bir seçenek olarak zikredilmezdi.
  3. Hz. Peygamber (s.a.), Muaz bin Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken ona şu talimatı verir: “Dininden dönen adamı (tekrar dine dönmesi için) davet et (dönerse mesele yok); dönmeyecek olursa boynunu vur. Dininden dönen kadın olursa (tekrar dine dönmesi için) davet et; dinine dönerse (mesele yok), dönmeyecek olursa boynunu vur.” (74)

Gerek önceki yazımızda (mürted kadın icmaı bozar mı IV), gerekse bu yazıda göstermeye çalıştığımız gibi bu rivayet mürtede ölüm cezası verilmesi gerektiği hükmüne mesned teşkil etmemektedir.

  1. Hz. Peygamber’in irtidat ve mürtedlerle ilgili tutumu

Mekke fethedildiğinde Hz. Peygamber, daha önce işledikleri suçlar (cinayet, Beytülmal’a ait malları  gasp, müslümanların aleyhine savaş kışkırtıcılığı) dolayısıyla İslam’dan çıktıklarını ilan edenlerin cezalarının infaz edilmesini buyurdu. İbn Hazm, sekiz kişinin ismini sayar. (75) Bunlardan konumuzla doğrudan ilgili olanlara yakından bakalım:

  1. Abdullah b. Sa’d bin Ebi Serh olayı. Bilindiği üzere Ebi Serh vahiy katibiydi, Mekke’nin fethinden az önce irtidat etmiş, kaçıp Mekkeli müşriklere katılmıştı. Herkese peygambere gelen vahyin bir benzerini kendisinin de yazabileceğini söylüyor, vahyi ve Hz. Peygamber’i ağır söylemlerle itibarsızlaştırıyordu. Hz. Peygamber, Mekke fethinde öldürülmesi talimatını verdi, ancak Hz. Osman onu İbn Ebi Serhi elinden tutup Hz. Peygamber’in huzuruna getirip affedilmesini talep etti. Hz. Peygamber bir süre sessiz kalmayı tercih etti, Hz. Osman talebini üç kez tekrar edince, bağışlanmasını kabul etti. (76). Daha önce irtidatlarıyla birlikte işledikleri suçlardan dolayı ölüm cezasına çarptırılan Hebbar bin Esved’i Resulüllah (s.a.) affetti. (77) İbn Ebi Serh’in işlediği üç suç vardı: İlki, Hz. Peygamber’in vahiy katibiydi, irtidat edince kendisinin de bu türden sureler üretebileceğini söyleyip vahiy aleyhinde propoganda yürüttü; ikincisi vahiy katibi olmak yanında Hz. Peygamber’in özel kalemi gibiydi, dolayısıyla siyasi, askeri ve başka diplomatik sırlara vakıftı, irtidat edince bunları düşman müşriklere iletti; üçüncüsü de Müslümanların savaş halinde bulunduğu Kureyş’e katılıp onların safında yer aldı.

İbn Ebi Serh, Hz. Osman’ın süt kardeşiydi; Hz. Peygamber istemediği halde Hz. Osman’ın ısrarlı talebi üzerine İbn Ebi Serh üzerindeki ölüm cezasını kaldırdı. Bu olay, Hz. Peygamberin irtidat suçunu “had” değil, “ta’zir” kategorisinde mütalaa ettiğini göstermektedir.

  1. Hz. Peygamber’in dikkat çekici bir tatbikatı Uklin ve Uyayne kabilesine mensup bir gruba uyguladığı cezadır. Olay şudur:

Bu kabileye mensup bir grup –sekiz kişi oldukları söyleniyor- Medine’ye gelip Müslüman olduklarını söyler ve Hz. Peygamber’e biat ederler. Fakat bir süre sonra hastalanırlar, ifadelerine göre Medine havası onlara iyi gelmemiştir. Hz. Peygamber, Medine dışında bir yerde beslenen zekat (Beytülmal) develerinin yanına gitmelerini ve onların sütlerinden içmelerini söyler. Onlar da oraya giderler ve bir süre sonra da iyileşirler. Fakat iyileşince deve çobanlarını öldürüp zekat develerini sürüp götürürler, yani Beytülmale el koyarlar. Hz. Peygamber, olayı öğrenince peşlerine Kürz ibnu Cabir el Gühri komutasında 20 kişilik bir askeri birliği gönderir, yakalatıp getirtir ve onlara ölüm cezasını verip infaz ettirir. (78)

Bu olayda söz konusu olan, Uklin ve Uyeyne kabilesine mensup bu insanların dinden dönmeleri değil, iki ağır suç işlemeleri: Biri deve çobanlarını öldürüp cinayet suçu işlediler, diğeri Beytülmale ait develeri sürüp götürdüler. Ebu Katade, bu iki suça “Allah’a Resulü’ne karşı savaş açma” suçunu da ilave etmektedir (Buhari, Hudud, 17.) Onlara verilen ölüm cezası suç fiiline uygun düşmektedir. Bu ceza Maide (5) 33. ayetindeki hükme uygun düşmektedir ki, bizce fiili-silahlı irtidat cezası bu ayet kapsamında ele alınması gerekirken, sonraları fakihler, “itikadi irtidat”a Kur’an ve Sünnet’te karşılığı olmayan ölüm cezası takdir etmekte, Maide, 5. ayetini bağıylere, yol kesen eşkıyaya tahsis etmektedirler (hirabe). Bu olayı nakleden muhaddisler de fakihler gibi adam öldürme cezasını itikadi irtidata verilen ceza görüp “muharipler ve mürtedler” babları içine almaktadırlar (79)

  1. Hz. Peygamber’in fiili tutum ve tatbikatına örnek olacak diğer iki olay, Esved el Ansi ile Müseyleme’nin peygamberliklerini ilan edip silaha başvurmalarıdır. Her ikisi de kendini “peygamber veya Mesih zanneden akıl hastaları değil”, bilinçli bir strateji izleyip siyasi birliği dağıtmak istemekte, ayaklanma sırasında çok sayıda insan öldürmektedirler. Bunlara karşı konulması ve onlarla savaşılması hukuka uygundur. İkinci yazımızda her ikisi hakkında genel bilgiler vermiştik.
  2. Mikyas b. Subabe olayı: Hz. Peygamber’in Mekke fethinde suçunu affetmediği şahıslardan biri Mikyas b. Sababe’dir. Kaynaklar Nisa (4) 93. ayetinin Mikyas’ın işlediği ağır suçla ilgili indiğini belirtmektedirler. Mikyas olayı şuydu:

Mikyas kardeşi Haşim’le birlikte Müslüman olur ve sahabeler arasına katılır. Birgün kardeşinin cesedini Neccaroğullarının yurdunda bulur. Olay üzerine Hz. Peygamber, Mikyas’ı ve Zubeyir ibn Iyaz el Fıhri ile Neccaroğullarına gönderip katili biliyorlarsa teslim etmelerini, bilmiyorlarsa diyet ödemelerini söylemelerini buyurur. Neccaroğulları katili bilmediklerini ama diyet ödeyebileceklerini söylerler ve 100 deve diyet öderler. Mikyas ve Zubeyir develeri alıp Medine’ye doğru yola çıkarlar. Yolda Mikyas şeytana uyup develere göz diker ve ashaptan Zubeyri öldürür, develeri alıp Mekke’ye gider, İslam’dan çıktığını beyan edip müşriklere katılır. (80)

Mikyas Mekke fethinde Ka’be’nin örtüsüne sarıldığı halde affedilmez. Sebebi dinden irtidat etmesi değil, işlediği üç suçtur: Bunlardan biri, öldürülen kardeşinin diyetini almak üzere Hz. Peygamber tarafından kendisiyle birlikte gönderilen birini yolda öldürmesi (taammüden cinayet); ikincisi diyet olarak aldığı develerle birlikte kaçması; üçüncüsü de Müslümanlarla savaş halinde olan Mekkeli müşriklere katılmasıdır. Görülüyor ki, Mıkyas b. Dababe’nin işlediği suçlar ta’zir değil, had kapsamına alınmış, bundan dolayı tövbesi kabul edilmeyip ölüm cezasına çarptırılmıştır. Suçunun özeti taammüden cinayet, Hazine’nin malını gasbetmek ve savaş halinde düşmana iştirak etmek.

  1. İbn Hatal olayı: Mekke fethi sırasında cezası affedilmeyen şahıslardan biri de Abdullah İbn Hatal’dır. Benî Teym b. Edrem b. Galiblere mensup olan İbn Hatal, önce Medine’ye gelip müslüman olmuştu, Hz. Peygamber onu zekat amili (vergi tahsil memuru) olarak görevlendirdi, yardımcı olsun diye yanına Huzaa kabilesinden ona yemek yapsın, ufak tefek işlerinde yardımcı olsun diye bir adam verdi. Bir konaklama yerinde dinlenmeye çekildiler; İbn Hatal yardımcısına kendisine bir oğlak kesip pişirmesini söyledi, bir süre sonra uyanınca hizmetçisinin dediğini yapmayıp kendisi gibi uykuya daldığını görünce üstüne çıkıp tepindi, son nefesini verinceye kadar dövdü. Hizmetçinin öldüğünü anlayınca “Eyvah, ben Medine’ye dönersem, Muhammed beni öldürür” deyip” Mekke’ye kaçtı, topladığı zekat mallarını da götürdü. Mekkeliler, “-Niçin bize geldin” diye sorduklarında “-Allah’a andolsun, sizin dininizden daha iyisini göremedim” deyip İslam dininden çıkmış olduğunu beyan etti.

Kendisi de şair olan İbn Hatal, bununla da yetinmeyip Fertana ve Erneb isimli iki cariyesiyle aralıksız Hz. Muhammed (s.a.) ve İslamiyet aleyhinde şiirler okuttu, şarkılar söyletti, savaş kırşkırtıcılığı yaptı. (81) İbn Hatal, fetih sırasında Ka’be örtüsüne sarıldığı halde işlediği suçlar dolayısıyla affedilmedi.

Sonuç

  1. İmam Şafii, Hz. Peygamber’in hiçbir mürtedi öldürmediğini söyler: “Bazı kimseler iman ettiler, sora dinden döndüler, sonra tekrar iman ettiler. Ama Allah’ın Resulü onları öldürmedi.” (82) Yukarıda verdiğimiz örnekler bunu doğrulamaktadır.
  2. Hz. Peygamber dönemi irtidat olayları ile sonraki dönemlerde vuku bulan ve fakihlerin kitaplarında tarifi, suçu ve cezası belirlenen irtidat olayları arasında temel farklar vardır. Bunları şöyle sıralamak mümkün:
  3. a) İlk dönem irtidat olayları sadece inanç veya düşünce değiştirmek değil, merkezi idareye karşı silahlı ayaklanma veya vergi/zekat vermeyi reddetme şeklindeydi
  4. b) İrtidat edenler, eylem ve söylemlerinden vazgeçtiklerinde tövbeleri kabul edilir, Müslümanlıkları onaylanırdı. Tuleyha ve Secah örneğinde olduğu gibi
  5. c) Sözlü beyanda bulunanların iç dünyaları bilinmese de, Müslümanlıklarının kabul edilmesi. Halid bin Velid’in Müslümanlığını beyan etmesine rağmen Malik bin Nuveyre’yi öldürmesi dolayısıyla Hz. Ömer tarafından tepkiyle karşılanıp bu fiilden dolayı yargılanmasını istemesi ve kendisi halife olunca onu görevden alması. Hadis kaynaklarında yer alan bir rivayet bu konuya açıklık getirmektedir: Mikdâd b. Esved Hz. Peygamber (s.a.)’e “-Yâ Rasûlallah! Kâfirlerden birine rastlarsam da benimle çarpışıp elimi keserse, sonra da benden kaçıp bir ağaca sığınır ve ‘müslüman oldum’ derse, onu öldürebilir miyim?” diye sordu. Hz. Peygamber (as), “-Hayır, öldürme” dedi. Mikdâd, “-Ama o elimi kestikten sonra bunu söyledi” deyince, Hz. Peygamber, şöyle buyurdu: “-Onu öldürme, çünkü onu öldürürsen, o, senin onu öldürmeden önceki konumunda olur; sen de, o kelimeyi söylemeden önceki onun konumunda olursun.” (Buharî, Diyât 1; Müslim, İman 155; Ebû Davûd, Cihad 104) (83).

Şimdiye kadar irtidatla ilgili fakihlerin görüşünü, Hz. Ebu Bekir dönemi olayları ve sahabenin tutumu ile Hz. Peygamber’in konuyla ilgili hadislerini ve tatbikatını görmüş olduk. Şimdi sıra mürtedle ilgili Kur’an-ı Kerim’de yer alan ayetlere bakmaya gelmiş bulunmaktadır.

Notlar

66) Buhari, Cihad, 149; Tirmizi, Hudud, 1485; Ebu Dvud, Hudud, 1; İbn Mace, Hudud, 20. Zeyd bin Eslem yoluyla gelen rivayette ise  “men ğayyere diynehu (kim dinini tağyir ederse)” ibaresi vardır. Bundan “men harace veya men tereke (yani kim dininden çıkarsa veya dinini terkederse)” manası çıkarılmıştır. (İbrahim Canan, Kütüb-ü sitte,  V, 137, Hds No:  1585.

67) Alvani, Age, s. 83

68) Yaşar Yiğit, İnanç ve düşünce özgürlüğü perspektifinden irtidat suç ve cezasına bakış, https://www.academia.edu/38959507/%C4%B0nan%C3%A7_ve_D%C3%BC%C5%9F%C3%BCnce_%C3%96zg%C3%BCrl%C3%BC%C4%9F%C3%BC_Perspektifinden_%C4%B0rtidad_Su%C3%A7_ve_Cezas%C4%B1na_Bak%C4%B1%C5%9F

69) Her biri birtakım şüphelerle malul rivayetlerin geniş bir kirtiği için bkz. Alvani, Age., s 85-118. M. Hayri Kırbaşoğlu, İslam’a yamanan sanal şiddet: Recm ve irtidat meselesi, İslamiyat, V (2002) Sayı: 1, s. 125-132.

70) Bkz. Alvani, Age., s.84-88.

71) Buhari, Diyat, 6; Müslim, Kaseme, 25-26Ebu Davud, Hudud, 1. Aynı hadis Hz. Osman (Nesei, Tahrim, 5; Ahmet ibn Hanbel, I, 61) ve Abdullah ibn Mes’ud (İmam Malik, Muvatta, Akdiya, 15) referans gösterilerek de hadis mecmuasında yer almıştır.

(72) Taberi, Tarih, III, 72 ve 86 vd.

73) Biz önceki yazımızda irtidat konusunda ne sahabe döneminde ne de sonrasında icma oluşmadığını göstermeye çalışmıştık. Dakiku’liyd, namaz gibi tevatüre dayalı bir icmaın terki ile mütevatir bir habere dayalı olmayan icmaı birbirinden ayırma lüzumunu hisseder. Lakin namaz gibi bir hükmün kabulü veya inkârı için icma gerekmez, namaz vecibesi hem Kur’an’da, hem sünnette açık hüküm olarak yer almış bulunmaktadır. Fatih Orhan, Agtez, s. 50.

74) Askalani, Fethu’l bari, XII, 240.

75) İbn Hazm, Cevamiu’s Siyre, (İhsan Abbas-Nasiruddin el Esed tahkiki), Daru’l Mearif neşri. s. 232.

76) Ebu Davud, Hudud, 1; Nesei, Tahrimu’d dem, 14. Askalani, Fethu’l bari, Daru’l Mearif neşri, Beyrut-ty., s. 110. İbrahim Canan, Kütüb-ü sitte, V, 140. Ayrıntılar için bkz. Vakıdi, Kitabu’l meğazi, s. 716.

77) Vakıdi, Meğazi, 717-718.

78) Buhari, Hudud, 15-17; Müslim, Kaseme, 9; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, III, 121. İbrahim Canan, Kütüb-ü sitte, V, 141-144; İbn Hişam, Siyer, IV, 212.

79) Bkz. Beroje, Age., s. 64.

80) Şevkani, Fethu’l kadir, 2. Bsm, Daru’l vefa neşri, El Mansura, 1418-1997, I, 795. Nüzul sebepleriyle ilgili kitap tercüme edenler, Mikyas’ın künyesini farklı okumuşlardır: “Dababe” okuyan İsmail Karagöze, Cana kıymak büyük günahtır, Diyanet Aylık Dergi, Şubat-2005; s. 40. “Makis b. Subabe” okuyan Vahidi, Esbab-ı nüzul,  mütercimi, s. 178; Abdu’lfettah el Kadi, Esbab-ı nüzul mütercimi, s. I, 124; “Sabbabe” okuyan, Süyuti, Esbab-ı nüuzul mütercimi, 217; “Subabe” okuyan Bedrettin Çetiner, Esbab-ı nüzul, I, 251.

81) Ebu Davûd, Cihad 117. Vakıdi, Meğazi, 719.

82) Alvani, Age., s. 83, 88.

83) Abdurrahman Ateş, bunlara “münafıklar”ı da ekler. Mürted ve cezasına dair; Özgün İrade Dergisi 2020 Kasım (199.)/16.11.2020-Haber Duruş. http://www.haberdurus.com/kose-yazilari/murted_ve_cezasina_dair-2508.html.  Lakin münafıklar Müslümanlıklarını ilan ederlerken, sonradan dinden çıktıklarını söylemiyor, öteden beri iki kimlikli yaşıyordu. 9/Tevbe, 74 ve 63/Münafikun, 2-3 ayetlerinde “imandan sonra inkara saptıkları” belirtilir, ancak bu irtidat iç dünyalarında olup bittiğinden açıktan dönenler gibi değildir.  İnkârcı kimliklerini açıkça beyan emedikleri sürece mürted kategırisine girmez; münafık oldukları halde onlara herhangi maddi-dünyavi yaptırım uygulanmaz. (Münafıklık ve münafıklar için bkz. İzzet Derveze, Kur’n’a göre Hz. Muhammed’in hayatı, Çev. Mehmet Yolcu, Yöneliş y., İstanbul-1989, s. 55-84. Gülbeddin Hikmetyar, Kur’an’da nifak olayı, Çev. Mehmet Kafadaroğlu, Düşünce y., İstanbul-1981, s.19 vd. Hacı Çiçek, el Münafikun, Çıra y., İstanbul-2009. Hülya Alper-H. Ahmet Sezikli, DİA, Münafık maddesi.

Ali Bulaç’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir